“Kötü üslup, başarının ve iletişimin baş düşmanıdır”
Yazının başlığını kaydedince gayri ihtiyari bir “ahh” çektiğimi fark ettim. Buradan yol verelim söze.
Üslup ve hitabet becerisi, sadece yönetimde ve ticarette değil, hayatın her anında istisnasız gerekli ve asla ihmal edilmemesi lazım gelen yükümlüklerimizdendir.
Teknolojinin gelişmesi ve görselliğe ağırlık vermesi, sözü sükût ettirmekte, insanın muhakeme ve muhasebe kabiliyetini zayıflatarak hız ve hazzı öncelemektedir.
Haliyle bu hız ve haz, hayatın her anında fertleri “hırs ve tamaha” sevk ettiğinden, aile ilişkileriyle birlikte, yönetim ve ticarette, insanı insan eden “üslup ve hitabet” melekesini de zayıflatmaktadır.
Teknoloji elbet önemli bir nimettir. İnsanlığın ortak istifadesine kullanıldığı sürece büyük faydalar sağladığı ve sağlayacağı meydanda. Lakin teknolojinin bu özelliği, yönetim ve ticari ilişkilerdeki üslup ve hitabet becerisine gücü yetmemektedir.
İnsan insana ilişkide; “yüz-yüze, göz-göze, söz-söze” ilkesinin yerini doldurabilecek bir teknoloji icat edilmedi. Edilmesi de imkânsız, çünkü makineye; “insan ruhu-aklı-duyguları, iç ve dış âlemindeki manevi hisleri” yüklemek ve insanlaştırmak mümkün değildir.
Makina, yaratılan değil, kul eliyle icat edilen bir alettir çünkü. Sözümüzün özünü teknoloji yerine, insan ve erdemleri teşkil ettiği için meramımızı o yönde izaha çalışalım.
Yönetimde üslup ve hitabet; başarımızın, kazancımızın, huzurumuzun, güvenimizin ve istikrarımızın kale duvarlarıdır. Kalenin surlarını korumak için ister yönetici, ister çalışan olalım, yönetenlerle yönetilenler arasındaki hitabet ve üslup şeklimiz önemlidir.
Başarı ve başarısızlığın sebepleri bu halimizdir. Ticarette de öyle değil midir? Bu hususa verilecek örneklerimiz vardır.
Mesela son alışveriş ettiğimiz yerlerdeki ilişkilerimizi hafızamızdan geri çağırıp şöyle bir zihnimizden geçirirsek, üslup ve hitabet bozukluğu sebebiyle kim bilir kaç ticari haneden çıkmışızdır veya üslup ve hitabetini beğendiğimiz için belki alış veriş etmeyecekse de etmişizdir.
* * *
Yeri gelmişken yönetimde ve ticarette bir tespitten söz edelim. “TİK” kuralından. TİK: “Tebessüm, İltifat, Kabul”.
İlişkilerimizde tebessüm, duyguların buluşması ve birbirine açılması için ilk anahtardır. Bu anahtarla karşımızdaki insanın duygu hazinesine girdikten sonra söz ve hitabetle ilerler ve küçük bir iltifat birlikte yolculuğu başlatırız. Ardından muhatabımızı olduğu gibi kabul ettiğimizde ise aramızdaki güven unsuru pekişmiş ve köprüler kurulmuş olur.
Tabi “tebessüm, iltifat ve kabulün” vazgeçilmez ve daima besleyen insani melekelerden birisi de muhataplarımıza “nezaket ve adil” davranış göstermektir. Nezaketin ana mayasını “şefkat” oluşturur. Nezaket, medeniyetimizin de tam kalbinde yer alır.
Türkleri tanıyan yabancıların hatıratlarında bu tür yaşanmışlıklar öve öve bitirilemez. Nezaketin, şefkatin, muhabbetin, samimiyetin ve “TİK”in samimiyetle benimsenerek uygulanmasının; insani, mali ve sosyal sonuçları sınırsızdır ve bugüne, yarına, daima tesirini gösterecektir.
* * *
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız değerler bir seçenek değil, her gün daha karmaşık ve dijital hale gelen bir dünyada, başarılı yönetim ve ticaret için üslubumuzu ve hitabetimizi sürekli “TİK” kuralı ile beslemeliyiz. Tebessüme, iltifata ve kabule direnmek mümkün değildir.
Üslup ve hitabete dair birkaç hususu daha belirterek mevzumuzu nihayetlendirelim.
Üslup ve hitabetin birinci kuralı, muhatabımız kim olursa olsun, saygıyla muamele etmektir. Dikkatlice dinlemek ve cevaplarımız, sorgu biçiminde değil, anlama şeklinde olmalıdır.
Düşüncelerimizi aktarırken sözlerimize gizem değil, şeffaflık katarak muhatabımıza daima güven vermeliyiz. Maalesef günümüzde “güven” en çok kaybettiğimiz değerlerdendir.
Güven; yönetenlerin, yönetilenlerin ve ticaretin olmazsa olmazıdır vesselam.