Hüseyin Öztürk
Ticarette hak ve hukukun terazisinin kulpu ‘kul hakkını’ temsil eder. Kul hakkını yahut insan hakkını kendisine şakül edinmiş esnafın başı dik, gönlü ferah, zihni berrak olur.
Ahilik felsefesinin ilk sırasında bu anlayış gelir. Devlet kurabilmek, bayrak sahibi olabilmek, vatan sahibi olabilmek için hak ve hukukun yerli yerinde işleyen bir sisteme kavuşması şarttır.
Bu sebeple Selçuklular’dan Osmanlı’ya geçişte, ahiliğin kuralları çok önemli bir yer tutmuştur. Devlet-i Aliye’nin 700 yüz yıllık ömründe ahiliğin attığı temel çok kıymetlidir.
Terazinin kulpuna dair kul hakkının başında iki kavram vardır. ‘Edep’ ve edebin yerine getirilmesi gereken hal ve hareketler bütünü olan ‘adap’tır.
***
GÖZÜNE, SÖZÜNE, ÖZÜNE DİKKAT
‘Üretici, satıcı, alıcı’ üçgenindeki ilişkiler şu üç kavram üzerinde seyreder: ‘Gözünü temiz tut!’, ‘Sözünü temiz tut!’, ‘Özünü temiz tut!’
Günümüzde bu kurallar geçerliliğini yitirmiş olsa da yine hatırlatmakta fayda vardır.
‘Gözüne, sözüne, özüne’ dikkat isteyenler, ardından şu izahı yaparlar:
‘Gözünü temiz tut!’ Kimsenin kötülüğünü izleme, görme, görürsen de sende kalsın. Eğer faydası olmayacaksa, başkasına aktarıp, insanların saf zihinlerini kirletme.
‘Sözünü temiz tut!’ Dilin tatlı olsun, acı söylemesin. Dil, kalbin görünen halidir. Dil ne söylerse kalpte o var demektir. Müşteri dil halini de yüz halini de göz halini de bilir.
‘Özünü temiz tut!’ Gözünün gördüğü kötülükleri, dilinin söylediği yalanları özüne indirirsen, için dışın fesat ve fitne ile dolar. Böylelerin ne gözünden, ne sözünden, ne de özünden temiz şeyler çıkmaz.
***
EKMEĞE VE EMEĞE SAYGI
Ahiliğin bu ilkeleri; insanın önce ‘yüreğine’, sonra ‘kesesine’ hitap eden başka düsturları beraberinde getirir. Yüreğe hitap eden ilkede ‘ekmeğe ve emeğe saygı’ vardır.
Bizim geleneğimizde esnafımıza;
“Ne iş yapıyorsunuz” diye sorulduğunda, “Ekmek paramızı kazanmaya çalıyoruz” diye cevap verir. Ekmeği ve emeği önceler.
‘Emeği, ekmeği öteleyip keseyi önceleyenler’ ise yaptıkları işlerini beğenmemekle birlikte sadece şikâyet üretirler. Ahi ileri gelenleri böylelerini şöyle tarif ederler: “Bu kardeşlerimizin gözü kirlenmiş, sözü kirlenmiş, özü kirlenmiş. Aklı erenler ve sözü dinlenir kimseler bulunarak, bu kardeşlerimizle muhatap edilsin, başkasının malında gözü olmak; harama, hırsa, fesada, fitneye kapı açmaktır.”
Bu kurallara uyulduğu devirlerde, hak ve hukukun zabiti, polisi, jandarması; insanların vicdanları, insafları, yürekleri olduğu dönemlerdir. Yani dükkanların ve evlerin kapısına kilit vurulmadığı yıllardır.
***
Ticarette hak ve hukukun terazi kulpu sadece yerleşik esnafımız için değil, seyyar satıcılar için de geçerlidir. Bunların denetleyicileri de alışveriş ettikleri mahalle halkıdır.
Seyyar satıcılar da bu kurallara uyarlar. Aksi takdirde mahallelerde alışveriş yapamazlar. Seyyar satıcılar mahallelerde kaybettikleri güvenleri bir daha geri kazanamazlar. Bu yüzden terazinin kulpunu daima adil şekilde tutmak zorundadırlar.
Nezaketin, edebin, adabın harfiyen uygulandığı mahallelerde seyyar satıcılar hangi evde yaşlı, hangi evde çocuk, hangi evde hasta, hangi evde acı olduğunu bilir ve o evlerin önüne geldiklerinde olabildiğince sessizliklerini korur, hatta yardımcı olmaya çalışırlar.
“Şimdi nerede o günler ve o ticari kurallar” denildiğini şahsım da dahil hepimiz söylüyoruz. Deniz Yıldızı hikayesindeki gibi biz iyilikleri, güzellikleri çoğaltmakla yükümlüyüz. İyilikler ne kadar çoğalırsa o kadar yayılır ve kötülüklerin üzeri belki örtülebilir.
Gözünü, sözünü, özünü temiz tutanların ruhları temiz olur. Temiz ruhlardan kimseye zarar gelmez.
17 Temmuz 2020 Cuma