Günümüzde ticaret başta olmak üzere hayatın bütün safhalarında insan ilişkilerini düzenleyen kanun, hüküm, örf, adet, gelenek, tecrübe gibi kuralların temelindeki öncü husus, tatlı bir dil ve küçük bir tebessüme sahip olabilmektir.
Bu hafta, iletişimin ince sanatı üzerine konuşalım istedim. Yaşadığım şöyle bir hatıratla başlamak istiyorum söze.
İstanbul dışında bir şehirde dostlar yemeğe davet etti. Gittiğimiz müessese gayet güzeldi ama bizim vardığımız sırada çalışanların moralleri öyle bozuktu ki, oturup oturmamakta tereddüt ettik. Dostlardan biri, “Belli ki, çalışanlarla yönetici-yöneticiler arasında bir iletişimsizlik söz konusu. Yemesek de bu problemi çözelim, öyle gidelim” dedi. Haliyle iş zatıma ihale edilmiş oldu ve dilimizin, gücümüz yettiği ölçüde meseleye dâhil olduk.
İlk ve ardından muhatap olduğumuz her çalışana hitaben, “İnsan nedir ki, tatlı bir dil, küçük bir tebessümdür” diyerek gözlerine baktığımda, ortam değişmeye başlamıştı. Bir süre sonra meselenin ne olduğunu öğrendik.
Meğer iç yüzünü tamamen bilemediğimiz bir tartışmanın üzerine içeri girmişiz. Tartışma müşteri geldi diye sonlandırılmış ve denildiğine göre kavganın büyümesinin önüne geçilmiş. Tabii bu duruma sevindik.
Efendim, insanoğlu iletişim kurma fıtratıyla dünyaya gelmiş bir varlıktır. Mesele, fıtratımızı; doğruya, iyiliğe, güzelliğe, başarıya dâhil edebilmektir. Müsaadenizle insanoğlunun dünya yolculuğuna ve iletişime dair sözü sürdürelim.
İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren çevresiyle iletişim kurmaya başlar. Önce ağlayarak varlığını duyurur; sonra kelimeleri öğrenir, cümleleri kurar, duyduklarının anlamlarının arkasına düşer, görmek ve dokunmak ister. Bu hal ömür boyu devam eder.
Tabii iletişim sadece konuşmak değildir. Belki konuşmak en son sıraya alınabilir. Öncelik verilecek kaide; kişinin yaşadığı çevresine uyum sağlamayabilmek için sese, söze, birlikte yaşama ve paylaşma kurallarına göre karakterini kontrol edebilmesidir.
Biz çoğu zaman sözün özüne değil, altında mesaj aramaya takılırız. Kabukla uğraşırken, özü ihmal ederiz ve doğal olarak iletişim kopar. Oysa iletişimin ana kuralı ön yargı ve peşin hükümden kaçmaktır.
Bir kimse bazen tek kelime ile çevresindeki insanları uzaklaştırır, bazen de bir kelime kalpleri cennet bahçesine çevirir. Sırası geldi, sözü Yunus Emre’ye bırakalım:
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı; Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.”
Bu mısralar, iletişimin insana mahsus hikmetli bir öğreti olduğunu fısıldar. Bilmekle söylemek arasında ince bir çizgi vardır; o çizgiyi belirleyen şey üslubumuzdur. Üslup, insanın elbisesidir; karakterin, ahlakın, kişinin aynasıdır.
Malumunuz ekranlarda, salonlarda, toplantı odalarında iletişim bir beceri olarak sunuluyor: Aktif dinleme, empati, geri bildirim, beden dili, ikna yöntemleri vs.
Evet, bunlar doğrudur; çağın dili böyle kurgulanıyor. Fakat en ileri teknik bile kalbi, hasbi, samimi olmayan bir sözün eksikliğini tamamlayamaz.
Günümüzde iletişimin en çok gerekli olduğu ortamlardan biri de ticari hayattır. Çünkü doğru iletişim; alanları, satanları, müşterileri birbirine bağlayan görünmez köprüdür.
Bir işletmenin, firmanın, hatta küçük bir dükkânın dâhi itibarını koruyan şey; tatlı bir söz, küçük bir tebessümdür, bazen de susmayı bilmektir.
Yazıyı yine Yunus Emre ile noktalayalım:
“Sözün özü budur erenler, Gönülden çıkmayan, gönüle varmaz.”
Ve işte tam burada anlarız ki: İletişim bir beceri değil; insanın kendini bilme yolculuğudur. Belki de bu yüzden, sözün en olgun hâli, çoğu zaman en sade şeklidir.