Mevsim şiir, İstanbul şiir bahsine elbette bir şiirle başlamak gerekirdi ve akla ilk gelen divan şairimiz Nedim olmalıydı. Çünkü İstanbul’u hakkını vererek anlatan şairlerden biri Nedim’dir.
‘Kaside Der Vasf-ı Der İstanbul’ veya ‘İstanbul Kasidesi’ ismiyle bilinen şiirinden iki kıtayı alarak söze yol verelim:
“Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemadır.”
“Bu şehrin çarşılarında maarif satılır,
bu şehir âlimler ve ilim madeni hüner pazarıdır.”
“Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır.”
“İki deniz (Karadeniz ve Marmara) arasında yekpare bir cevherdir, dünyaya ışık yayan güneş ile kıyaslansa yaraşır.” Nedim (1681-1730)
* * *
Dünyanın dört bir köşesine varıp, nice şehirler gördüm, nice insanlarla tanışıp biliştim ve “Nereden” diye soranlara; “İstanbul” deyince; hangi dilden, dinden, memleketten olursa olsun her birinin gözlerinin ışıl ışıl olduğunu, yüzlerinin tebessümle donandığını gördüm.
İstanbul üzerine yazı yazmamış; romancı-hikâyeci-edebiyatçı-şair-gezgin yok denilse yerincedir. Değil İstanbul’u görmek, görmeyen nice şairler, edipler, seyyahlar, duyduklarıyla İstanbul üzerine yazılar döşenmişlerdir.
İstanbul, dünya üzerinde ‘şiir gibi’ benzetmesiyle anılacak yegâne şehirdir. Bugün içinde yaşayanlar olarak pek idrak edemezsek de dünyanın dört bir köşesinden kim bilir ne hasretli sevgiler ve sözler duyabiliriz.
İstanbul’a dair kaleme alınmış her yazı, dile getirilmiş her söz, belgeseller-filmler-şarkılar-türküler-festivaller ve benzeri tüm görsel-yazılı-sesli faaliyetlerin hepsi, İstanbul’un emsalsiz olduğunun güftesidir, bestesidir.
‘Mevsim şiir, İstanbul şiir’ denilince Yahya Kemal’in özlem ve hasretle İstanbul’u kalbinin tapusu yapan şiirine yer vermemek olmaz. “Bir Başka Tepeden” şöyle seslenir:
* * *
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim; gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Bu şehri İstanbul ki, yaklaşık 500 yıl boyunca en güçlü devirlerinde sınırlarını öyle genişletmiş ki, Fas’tan Kırım, Ukrayna’ya, oradan İran’ın mücavir alanlarından Macaristan’a kadar başkentlik yapmış, hükümranlık sürmüş; adalet-ilim-irfan-sanat ve refah götürmüştür.
Dünyanın dört bir yanını birbirine bağlayan İpek ve Baharat Yollarının merkezi olup, tüm cihanın tacirlerini kendisine çekmiş ve dünya ekonomisinin merkezi haline getirmiştir.
Malum olduğu üzere eskimez, pörsümez ‘Süleyman Şehri’nin bir adı da ‘Belde-i Tayyibe’dir. Bugün hâlâ gönül coğrafyamızdaki adı anılırken, ‘Belde-i Tayyibe’ diye hasret giderilerek özlem duyulur ve İstanbul ile birlikte anılır.
Yine denilir ki, İstanbul fethedildikten sonra Müslüman ve Türk İstanbul’u anlatan ilk eseri, XVI. yüzyılın ünlü tezkire müelliflerinden Kastamonu doğumlu Latîfî (öl.1582) tarafından 1525 senesinde 35 yaşında iken yazılmıştır.
İstanbul’un vasıflarını anlattığı için ‘Risâle-i Evsâf-ı İstanbul’ ismiyle bilindiği gibi ‘Ta’rif-Name-i İstanbul’ (Evsaf-ı İstanbul) olarak da kaynaklarda yer alır.
Latîfî’nin bir şiirine yer vereceğiz ama şu ifadelerini derç etmeden geçmek olmaz. İstanbul şöyle anlatılır:
“Göklerin binlerce gözlü piri dünya kurulalı felekler altında ve arz üzerinde buna benzer bir şehir görmüş değildir.”
Gelmek’çün ikinci bir hayata
Bir gün dönüş olsa ahiretten;
Her ruh açılıp da kâinata
Keyfince semada bulsa mesken
Talih bana dönse nazikâne
Bir yıldızı verse malikâne
Bigâne kalır o iltifata,
İstanbul’a dönmek isterim ben. Latîfî.
* * *
Velhasıl, İstanbul bir dünya şehri, bir ticaret şehri ve kültürler mozaiğinin merkezidir. Efsanelerin değil, gerçeklerin şehridir ve şiir şehirdir ve mevsimleri şiir eden şehirdir.