“Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”
Dizeler Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Memleket İsterim’ şiirinin son kıtasından.
Bereketli Anadolu topraklarının, tarlalarının, bağlarının, bahçelerinin, bostanlarının, yaylalarının, dağlarının, ovalarının, çeşmelerinin, çaylarının, derelerinin, ırmaklarının, nehirlerinin tam da cıvıl cıvıl olduğu; insandan nebatata, nebatattan hayvanata kadar her canlının beslendiği bir bereket mevsimindeyiz.
Büyük şehirlerden Anadolu’ya çıktığınızda adeta bir zaman tünelinden geçmiş gibi hissedersiniz kendinizi ve birden ufkunuz, düşünceniz, fikriniz, sözünüz, gözünüz başka bir âleme açılmış gibi olur. İşte o âlemdir ki; insanın gönlünü, sözünü bereketlendirir.
Hele bir de varmak istediğiniz menzile kadar çevresinden dolandığınız veya içinden geçtiğiniz ilçeleri, beldeleri, köyleri izleyerek yol alırsanız, her bir gördüğünüz manzara ve insan hareketliliği, bir roman sayfası gibi açılır gözünüzün önüne ve okumaya doyamazsınız.
Dağ yamaçlarında koyunlar, keçiler, yaylalarda kışlık yiyecek hazırlayan anneler, ablalar, gelinler, genç kızlar, zamanla yarışarak kışa ve şehirlerde oturan ailelerine erzak hazırlığındadırlar, bütün hazırlıklar; isim isim kime ve nereye gideceği belirlenir.
Ovalarda kavun-karpuz, soğan-patates toplayıp; kamyonlara, TIR’lara yükleyen çiftçileri dillerinde şarkılarla, türkülerle çalışırken görmek ise “Şehirde ne kadar da monoton bir hayatımız var” diye söyletir insana ve hangi zahmetlere katlanıldığını muhasebe edersiniz.
* * *
Geçtiğimiz hafta Kuzey Anadolu İpek Yolu güzergâhında birkaç ilimiz ve ilçelerimizle birlikte köylere uğrayıp, kırsaldan şehre bereketin, bolluğun ve çalışmanın yolculuğunu izledik.
Yüzlerce yıldır kullanılan nice kervanların ve devirlerin geçtiği Kuzey Anadolu İpek Yolu; Kafkaslar ve İran’dan sonra ülkemiz sınırlarına Erzurum’dan girer; Erzincan, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Çankırı, Kastamonu, Bolu üzerinden ikiye ayrılarak; bir tarafı Bolu, Mudurnu, Göynük, Taraklı, Geyve, İznik, Orhangazi ve Gemlik üzerinden Bursa’ya varır.
İstanbul güzergâhı ise yine Bolu, Düzce, Adapazarı, Sapanca, İzmit, Gebze üzerinden İstanbul’a girerek Üsküdar Harem’de noktalanır.
Yüzyıllardır bu güzergâhtan seyreden kervanlar ve günümüzde yolcu taşımacılığının yanı sıra meyve-sebze ve benzeri yiyecek, giyecek ile bilumum ihtiyaç maddeleri, gece-gündüz akar durur. Gelen de bereketlidir, giden de bereketlidir. Şehirler birbirlerini besler durur.
Tabii bu taşımacılıkta sadece üretilen veya tüketilen ihtiyaç maddeleri değil, aynı zamanda kültür, tarih taşımacılığı da yapılır.
Kuzey Anadolu İpek Yolu, bir nevi sözlü kültür güzergâhıdır. Âşıkların, ozanların, orduların, devlet adamlarının, türkülerin yoludur.
Biz de seyahatimiz boyunca yol üzerinde görebildiklerimizi not ederek; Bolu, Gerede, Çerkeş, Atkaracalar, Kurşunlu, Ilgaz, Tosya, Osmancık, Çorum, Çorum’dan Mecitözü yolu ile Amasya, Amasya’dan tekrar Suluova, Merzifon ve Osmancık üzerinden başladığımız noktaya avdet ettik. Bir kere daha gördük ki, Anadolu tek vücut bir millet olma coğrafyasıdır.
Vatanımızın her noktası bir bereket deryası. Kuzey Anadolu İpek Yolu üzerindeki şehirler ayrıca M.Ö. 6000’li yıllardan başlayarak medeniyetin, uygarlıkların birbirini takip ettiği ve son olarak Selçuklularla Osmanlıların medeniyet kurdukları şehirlerdeki tarihi devamlılık aralıksız birbirini takip edip durmuş.
Bu yollarda ticari tarihin her şekli yaşanmış ve sözlü kültürle nesilden nesle aktarılarak halen yaşıyor. Her beldenin kendine mahsus bir hikâyesi var. Diğer ipek yollarında olduğu gibi buralarda da ticari tarihin geçmişini ve bugününü bulmak mümkün.
Güzergâhımızdaki il ve ilçelerde bölgenin ihtiyacını karşılayacak tarımla birlikte sanayinin de geliştiğini görmek ise ayrıca muhteşemdi.
Yazıyı, Osmancıklı yaşlı bir hanımefendinin sözüyle noktalayalım: “Şükür oğul! Şimdi yaya giden yok, yavan yiyen yok.”
19 Ağustos 2024 Pazartesi