İstanbul denilince üzerine yazılmamış şiir, seyahatname, roman, hikâye, deneme, araştırma, inceleme, tez, doktora yoktur. Çekilmemiş sinema filmi, televizyon dizisi, sahnelenmemiş tiyatro oyunu da yoktur.
Ülkemizin ve dünyanın göz bebeği, Asya’nın ve Avrupa’nın en stratejik noktasında bulunan bir şehre gösterilen ilgi, başka bir dünya kentine gösterilmemiş ve nasip olmamıştır.
İstanbul denilince akla pek çok şiir gelebilir. Malum mayıs ayı İstanbul’un fetih ayıdır. Fethi anlatmak için de şiire ve yazılara müracaat etmek gerekir.
İstanbul ve şiir denilince akla gelen isimlerin başında Necip Fazıl’ın “Canım İstanbul” şiiri de gelir. Aynı zamanda mayıs ayı, Necip Fazıl’ın doğduğu ve vefat ettiği aydır. Şair, 26 Mayıs 1904’de doğdu ve 25 Mayıs 1983’te vefat etti.
Sözü Canım İstanbul şiirinin ilk mısralarına bırakarak sürdürelim.
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul…
***
Bu yıl İstanbul’un fethinin 566. senesi kutlanacak. Yukarıda da kısaca değinildiği gibi İstanbul, bütün bir dünyanın göz bebeğidir. Nice medeniyetlerin konup göçtüğü ve en son Osmanlı medeniyetine ev sahipliği yapan İstanbul üzerine ne söylense azdır.
İstanbul’un fethi üzerine yıllarca yazmış ve konferanslar vermiş bir başka yazarımızı, mütefekkirimizi, felsefecimizi hatırlayarak fetih üzerine düşüncelerini paylaşalım.
Bir İstanbul ve fetih aşığı olan Nurettin Topçu, Necip Fazıl’ın “Canım İstanbul” şiirini destekleyerek şöyle diyor: “Vatandan uzaklarda vatan aramak, vücuttan uzaklarda ruh aramak gibi bir vehimdir”.
Yine Topçu’nun ifadesiyle, Fatih Sultan Mehmed, büyük coğrafyamızın siyasi bütünlüğünü İstanbul’u alarak sağlamıştır.
***
İstanbul’un fethi üzerine yerli ve yabancı pek çok eser yazılmıştır. Ülkemizdeki ve dünyadaki kütüphaneler, arşivler bu eserlerle doludur. Biz de bugün Topçu’nun Fatih’in şahsiyetine dair tespitlerini dile getirelim.
“Daha Osman Bey’den başlayarak, Kayı Oğulları, arka arkaya gürbüz dimağlar dünyaya getiriyorlardı. Kanuni’ye kadar devam edecek olan bu deha zincirlemesinde Fatih mutena bir halka, belki de zirve oldu. Dehanın bariz vasıflarından en aşikâr olanı onda gözüktü: Bu vasıf, erken olgunlaşma hadisesidir.
Altı yaşında Amasya’da sancak beyliğine, sekiz yaşında Manisa sancak beyliğine gönderilmesi, belki idari gelenek yüzündendir ve belki de çocukluk yaşının bu vazifeleri, onu istikbalin büyük mesuliyetlerine yetiştirici birer mektep olmuştur.
Fatih, on sekiz yaşına geldiği zaman altı lisana vukuftu. Devrinin mühendislik kültürüne sahip ve aynı zamanda otoriter bir devlet adamı olması, resim ve edebiyat sahalarında, birinde garbın ilhamına, öbüründe şarkın aşk ve hülyasına varis bir kalbin çarpıntılarını duyuşu, bütün bu ulvi tezatlar arasında, onu dehanın fecirlerini kucaklamış bir şahsiyet olarak tanıtmaya yeterli delillerdir.”
Sözü özü: İstanbul Fatih’in bir emanetidir. Devlet-i Aliye’nin bir emanetidir. Bu şehre emanet gözüyle bakıldığı zaman şehri anlamanın ve yaşamanın kadri daha da büyüyecektir.
Devleti yaşatan hakimiyet, milli tarihin varlık verdiği ruhun her alanda hakim olmasıyla mümkündür. Bu ruhtur şehri her bakımdan yaşanılır kılmak.
Necip Fazıl da Nurettin Topçu da bu inançla İstanbul’u anlatmış ve yazmışlardır.
20 Mayıs 2019 Pazartesi