Hepimizin ne çok ihtiyacı var değil mi birbirimize güven duymaya ve güvenimizi muhafaza etmeye. Hele bu ticarette o kadar önemli ki, güven kaybının telafisi, hiçbir maddi güçle ödenemez çünkü.
Bütün milletlerin ihtiyacı olan güven meselesi, nasıl oldu da bu kadar hızla kayıplara uğruyor? Sorunun çok cevabı var ve kendi zaviyemizden belli cevaplar da verebiliriz.
Mesela ailede güven kaybını birinci sıraya koyarsak; bu kaybın, insanı en çok sarstığı ikinci nokta; akraba, arkadaş, komşu ilişkileri ve bunlara dayalı olarak ticaretin hemen her alanında rastlayabileceğimiz kayıplardır.
Güven; işimiz, gücümüz, makamımız, unvanımız, mevkimiz, maddi varlığımız, şanımız, şöhretimiz ne olursa olsun, bunlara sığınmadan; insan olma haysiyet ve şerefini muhafaza etme samimiyetiyle donanmış bir kimlik ve kişiliğin adıdır.
Böyle bir kimliği ve kişiliği, hiçbir dış tesir, etkisi altına alamaz ve zarar veremez. Güvenilen kişi yahut kişiler, çevreleri tarafından itimat edilen insan olarak tanınır, bilinir, inanılır ve yola gidilir, yoldaş olunur, dost olunur, iş yapılır ve güvenli bir ortam sağlanır.
* * *
Hepimizin birbirimize güvenmeye ve güvenilmeye olan ihtiyacı, ekmek kadar su kadar hava kadar olmazsa olmaz şarttır. Bu hakikati göz ardı edemeyiz. İnsan kendi gerçekleriyle yüzleşmeden, başkalarının gerçeklerini hikâye olarak dinler.
Oysa kendi hikâyemizin kahramanı biziz. Eğer kendi hikâyemizi kendimize samimice okuyabilir ve zayıf yanlarımızı, güçlü taraflarımızı ortaya koyarak tartıya çekebilirsek, belki şikâyetçi olduğumuz pek çok hususun da kaynağı olduğumuzu görebiliriz.
Güvenmek istediğimiz kadar güven veren de olmalı değil miyiz? Maalesef bindiğimiz dalı kestiğimiz yahut kestirdiğimiz bir devirde yaşıyoruz. Ailede, işte, sosyal hayatın bütününde, insan ve ticari ilişkilerimizin bozulma sebebi, güven ağacının dallarına sahip çıkamadığımız ve bindiğimiz dalı kestiğimiz için olamaz mı?
Bilgeler bu hususa dair şöyle derler:
-“Söz emanetini kaybetmemeliyiz, söz emanet edecek insanlarımızın sayısını çoğaltmalıyız. Emanete hıyanet nice musibetlere, dağılmalara, parçalanmalara sebep olur.”
Söz emaneti böylesine üzerinde durulması gereken mesele olduğuna göre bir hakikatin altını çizmekte yarar var. İnsanı hayata bağlayan bedeni değil, duygularıdır. Bedene verilen önemin duygulara verilmesi gerekir ki, kişi hayatını anlamlandırabilsin.
* * *
Asrımızın sosyal medyanın esaretine girmesiyle tüm dünyada insanlık bir kimlik ve kişilik operasyonuyla karşı karşıyadır. Bunu, fakir ülkelerden gelişmiş ülkelere kadar bütün toplumlar yaşıyor. İnsanı insan yapan değerleri çağa uyum sağlama adına tüketiyor.
Davetsiz ve saldırgan bir biçimde elimizdeki telefonlara, bilgisayarlarımıza ve diğer teknolojik aletlere saldıran sosyal medyanın hücumu karşısında, kendimize kalamıyoruz. Düşünmeye, tefekkür etmeye ve aklımızla amel etmeye fırsat bulamıyor ve bizim için neyin doğru olduğunu, kendi çıkarları uğruna yönetiyor ve yönlendiriyor.
Hiç farkında olmadan sosyal medyadan akan buyruklu duyurulara göre onların istediği gibi bir hayatın hamallığını yapıyoruz. Çevremize göz attığımızda pek çok örneğini görebiliriz ama tabii bu söylediklerimiz herkes için geçerli değildir.
Sözü, dünya çapında tanınan ve bilinen, İslam tarihi, bilim ve teknoloji tarihi hocası Prof. Dr. Fuat Sezgin’in ifadeleriyle bitirelim:
-“Bizim mensup olduğumuz bir ilim, kültür ve medeniyet dünyası var, bizler köksüz ve sahipsiz değiliz. Çok derinlere inen sağlam bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat yüzyıllardır bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkının yenildiğini, tahkir edilip bütün yaptıklarının da elinden alındığını ve ona zulmedildiğini gördüm.”
23 Ocak 2023 Pazartesi