Giriş: 07.11.2025 - 08:46
Güncelleme: 07.11.2025 - 08:46
HÜSEYİN ÖZTÜRK

HÜSEYİN ÖZTÜRK

“Arzuladığın bütün dünya nimetlerine nail olsan, ab-ı hayat suyunu bulup içsen, elini uzatarak gökyüzündeki yıldızları tutsan, başın göğe erse bile sen yine yerdesin.” Yusuf Has Hacib. Kutadgu Bilig’ten.


Kültür tarihimize büyük bir zenginlik katan ve Kutadgu Bilig gibi muhteşem söz hazinesini yazarak, bir medeniyet inşa eden Yusuf Has Hacib’i rahmetle andıktan sonra mevzumuza şu soruyla başlamak uygun düşer sanırım:


“Günümüzde toplumların ve bireylerin en acil ihtiyacı nedir?” Sanırım istisnasız ‘güven’ diye cevap verilecektir.


Bugün dünyanın hemen her yerinde; toplumsal ortamlarda, ailelerde, işyerlerinde, eğitimde, kültürde, sanatta vesaire pek çok mekânda bir güven sorunu yaşandığı meydanda. Sosyal medya ve medyanın diğer tüm araçlarından bunları görmek mümkün!


Eskiler derler ki: “Batılı (yanlışı) tarif, ifşa, yayma, yaydırma, duyma, duyurma, saf zihinleri itlaf eder.” Toplumsal güvenin sarsılmasında bu ifade yerini bulur ve sürekli sözdeki, özdeki, fiildeki güven kavramı heyelana uğrar.


Hal böyle olunca, doğal olarak insanın dilinden, yüreğinden, vicdanından, gönlünden, merhametinden, yardımseverliğinden çığ düşer gibi kopuşlar başlar.


İnsanı insan eden ve insanı birbirine mühürleyen, bağlayan, sahiplenen ana hat olan yaratılıştan gelen fıtri; ‘sevgi, saygı, samimiyet, özen, nezaket, dürüstlük, emanete sahip çıkma, sözünde durma, ahde vefa, özveri, medeniyet, hakka ve hukuka riayet gibi düsturlar’ zarar görür.


‘Güven’, ‘istikrar’, ‘sadakat’! Günümüz insanlığının en çok muhtaç olduğu, ihtiyaç duyduğu insan merkezli üç ana istinattır.


İstisnasız hepimiz ne de çok muhtacız güven duymaya, güvendiklerimizde istikrarı görmeye ve sadık kalınmasına, sadakat gösterilmesine. Buna hasretiz! Neden? Çünkü biliyoruz ki, geçmişte toplum olarak biz bir güven toplumuyduk. Hasretimiz bundandır.


Sadece ülkemiz içerisinde değil, Türkiye’de görev yapan yabancı elçiler, konsoloslar, seyyahlar, tüccar, İpek Yolu ve Baharat Yolu ile gelen kervanlar, bilim adına araştırma yapanlar; hatıratlarında millet olarak güvenilen bir toplum olduğumuzu yazmışlardır.


Geçmişi bugüne getiremeyeceğimize göre, geçmişteki güven toplumunun kriterlerini bugüne nasıl taşıyabiliriz? Belki bu hususta kafa yorabiliriz ve yormalıyız.


Güven kavramının temelini, ‘aldatmamak, yalan söylememek, haksız menfaat sağlamamak, iftira atmamak, bühtanda bulunmamak, dedikodu yapmamak’ gibi insan olmanın ve kalmanın gereği olan hasletlere sahip çıkarak oluşturabiliriz.


Bu hasletleri kaybettiğimizde güvenin yok olacağı ve tekrar tesis edilemeyeceği aşikârdır. Belki şöyle bir soru akla gelebilir.


“Peki, bu güven tekrar tesis edilemez mi?” Tabi denenebilir, tesis edilebilir ama güven kaybı, bir ameliyat izi gibi kişilerin üzerinde kalır ve sürekli insanı rahatsız eder.


Güvenin olmadığı yerde doğal olarak zaten ne istikrar ne sadakat kalır. İnsanoğlunun yer aldığı hayatın bütününde istikrarsızlık ve sadakatsizlik baş gösterdiğinde, artık orada maddi hiçbir gücün, yeniden istikrarı ve sadakati temini mümkün değildir.


Güvenilen toplumu oluşturabilmek için güvenilen insanların çoğalması zaruridir. Bu sebeple güvenilen insanda ilk aranan husus ahlaki değerlerdir. Bu değerleri de besleyen ana unsurlardan biri, öncelikle dürüstlüktür.


Dürüstlüğün altını besleyen bir diğer önemli mihenk noktası ise nerede olursa olsun, her şeyi emanet kabul edip, emanete sahip çıkmak ve emanet ehli olabilmektir.


Velhasıl, bunun için de elbet aranan şart merhametli olmak, canlı cansız her varlığa karşı merhamet hissiyatı ve inancı ile bakmak ve sahiplenmektir.


İşte o zaman güven, istikrar ve sadakat kendiliğinden oluşur ve topluma sirayet eder.