Giriş: 15.08.2025 - 08:57
Güncelleme: 15.08.2025 - 08:57
HÜSEYİN ÖZTÜRK

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Batı Karadeniz’in yavuz illerinden biri olan “Düzce’yi bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur” denilse yeridir. Ama ‘görmeyen’ demiyoruz. Çünkü yıllardır içinden geçilip gidilen fakat tarihi ve turistik güzellikleriyle pek keşfedilmeyen bir şehir desek yeridir.


“Görmek ve bilmek için keşfetmek gerek” der seyyahlar. Biz de bu niyetle yıllardır İstanbul- Ankara arasında kimi vakit kısa molalarla kimi vakit transit geçip gittiğimiz şehrin ekonomisine, tarihine, kültürüne ve diğer zenginliklerine uğrak vuralım istedik.


Düzce, ismi çok duyulan ama az gezilen, görülen, bilinen şehir olmaktan çıkmayı çoktan hak etmiş bir ilimizdir. Doğasıyla, tarihiyle, gastronomisiyle, yayla, dağ ve deniz turizmiyle keşfedilmeyi bekliyor.


Düzce, coğrafi konumu itibariyle Asya’dan Avrupa’ya geçit veren uluslararası bir devlet yolu olmanın yanı sıra, ülkemiz içerisinde de batıdan doğuya, güneyden kuzeye, ekonominin çarklarının işlediği her noktaya ulaşım sağlayan bir konumda olması hasebiyle büyük şehirlerdeki nüfus ve iş yoğunluğunu karşılamaya müsait de bir bölgemiz.


Çok seyahat eden iş insanlarımız bilir. Yıllarca bu güzergâh; ekonomik faaliyetlerin transit geçip gittiği bir mevki iken, şimdi fındık üretimi başta olmak üzere; sanayi ve tarıma dayalı beş organize sanayisi bulunan ve her geçen gün gelişen, zenginleşen şehir haline gelmiş.


Ayrıca yine ülkemizde böylesine zengin bir demografik yapıya da sahip tek şehrimizdir. Demografik yapının; örf, adet, gelenek ve göreneklerinin yaşatılmak üzere harmanlandığı Düzce’nin ekonomisi; sanayi, turizm, tarih ve kültürle bütünleşmiş ve en önemli özelliği şu:


Düzce; Kafkasya’dan, Balkanlar’ın bütün şehirlerinden, Kırım’dan, Doğu Karadeniz’den, Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu’dan, 1800’lerden bu yana, mazlum ve mağdurların iskân edildiği bir şehirdir. Yani günümüzde, Osmanlı geniş coğrafyasının küçük bir temsili gibi.


Düzce bu yönü ile çok çalışkan insanlardan müteşekkil bir ilimiz. Çünkü hayata sıfırdan başlanılmıştır. Çalışkanlıklarına dair vazgeçilmez düsturlarını şu sözlerle dile getiriyorlar:


“İsraf etme, iktisat et, rahat et.” Bu ilke, her yaştan herkes için geçerli ve uyma mecburiyeti varmış. Kimseye muhtaç olmamak için devamlı çalışıyor ve üretiyorlar. Fındık bahçelerinin tırpanlandığı günlere denk geldiğimiz için çalışmaları yerinde gördük ve gerçekten ter dökmeden hiçbir işin kolayı olmadığı meydandaydı.

  

Demografik yapıdan söz edince elbet akla yemek kültürü de gelecektir. Mutfak denilince dünyanın en zengin yemek bolluğu ve bereketine sahip bir ülkeyiz lakin bunların tümünün toplandığı, bir arada görülebileceği yer ise yine Düzce il, ilçeleri ve köyleridir.


Hani her şehrimizde mutfak kültürü çok zengin ama Düzce kadar zengin olunmadığı buralara gelince anlaşılıyor. Kutlu topraklarımızda hüdai nabit yahut ekilen, dikilen neredeyse tüm tarım ürünlerinden envai çeşit yemekler, salatalar, içecekler yapılıyor.


Sözü yine bütün bir ülkemiz genelinde uygulanılması arzu edilen Düzcelilere ait ifade ile nihayetlendirelim: “İsraf etme, iktisat et, rahat et.” Biz de şu ilaveleri yapalım:


“Kazanmak üretenlerin hakkıdır. Emeksiz aş olmaz, olursa da ya baş eğdirir ya baş ağrıtır. Elin emeği kadar lezzet ve zenginlik yoktur” denilmesi boşuna değildir.


Tembeller yahut üzerinde oturdukları zenginliklerin farkında olmayan ve beklenti halinde yaşayanlar için de şöyle denilir: “Komşudan gelenden öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.”


Düzce, dört mevsimin dördünün de kendine has güzelliklerini keşfetmek isteyenler için sanki gökten paraşütle ovaya, dağlara ve yamaçlara kondurulmuş bir tablo gibidir.