Devleti Aliye’nin ikinci başkenti Edirne’de, devlet ve medeniyet tarihimizin mihenk noktasını oluşturan Edirne Sarayı ihya ve imar ediliyor.
Cumhur- başkanlığı Milli Saraylar İdaresince, geçtiğimiz yıl restorasyonuna başlanan ve büyük kısmı toprak altında bulunan ‘Edirne Sarayı’, gün yüzüne çıkartılarak eski ihtişamına doğru hızla yol alıyor.
Ticaret başta olmak üzere beş sınır kapısı olan Edirne, önemli şehirlerimizden biridir. Edirne’yi sadece ‘mutfak sanatları’ açısından değil, tarihi ve kültürel yönleri açısından da değerlendirdiğimizde, sonuç bizi Evliya Çelebi’nin Edirne’yi anlatışına götürür.
Evliya Çelebi ve Edirne’ye geçmeden önce, ekonominin de ana güzergâhı olan ve olması gereken seyahat ve seyahatnamelere dair şu hatırlatmayı yapmak yerinde olsa gerektir.
Seyahatnameler; ekonomiden tarihe, coğrafyadan sosyolojiye kadar çeşitli alanlarda yazıldığı devirlerle ilgili bilgi veren önemli eserlerdir. Bu manada seyahatnameler önemlidir.
***
Edirne’de iki Osmanlı sarayı vardır. Birincisinin yerinde saraya dair kalıntı kalmadığından sadece yeri bilinir. İkincisi ise şimdi imar ve ihya edilen saraydır. Evliya Çelebi birincisine dair şu bilgileri verir: “Evvela Selim Han Camii (1569-1575 yılları arasında II. Selim’in emriyle yaptırılan Selimiye) yakınlarında, Kavak meydanı denilen yerde Eski Saray’dır.
Edirne Fatihi Gazi Murad Hüdavendigar’ın fetihten hemen sonra yaptırdığı saraydır. Bu eski sarayı Musa Çelebi genişletip, kaleye benzeyen kapı ve duvarlarını büyük bir sur haline getirmiştir. Etrafı beş bin adımdır. Şekli dört köşeden uzunca bir sultan sarayıdır.”
Evliya Çelebi, Eski Sarayı anlattıktan sonra günümüzde, Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar İdaresince ihya ve imar edilen sarayı gördüğü döneme dair özetle şunları söyler:
“Bu saray Edirne’nin dışında, kuzeyde, alçak bir lalelikte olup, etrafını Tunca Nehri kuşatmış geniş ve verimli bir adadır. Bir tarafı Saraçhane Köprüsü’ne varıncaya kadar göğe baş uzatmış söğüt, çınar, servi, kavak ve karaağaç ile süslü bir meşeliktir. Bu ağaçlık içinde her cinsten çeşitli kuş ve vahşi hayvanlar vardır.
Büyük bir çayırlık sahradır ki, kapısı o tarafa açılır. Onun yanındaki adalet köşküdür. Sahranın tam ortasında, göğe baş uzatmış yüksek bir sütunun tepesinde altın bir top vardır. O topa bütün okçular ve nişancı pehlivanlar ok ve tüfek atıp, padişah huzurunda hünerlerini göstererek padişahtan hediyeler alırlar.
Bu bahçenin kuzeyindeki ovada has ahırlar vardır. Dört tarafında kale gibi duvarları yoktur. Zira her taraf deniz gibi Tunca kuşattığından duvara ihtiyaç yoktur. Sadece bir kat sağlam duvar vardır.
Bostancıbaşısı, üç bin adet bahçıvanı ile gece gündüz bekçilik eder. Doğu tarafındaki çimenlik vadide namazgâh vardır. Amma bahçe içerisinde, kale gibi harem-i hümayun vardır. Hepsinden yüksek, göğe baş uzatmış cihannüma köşkünün güzelliğini anlatmakta dil acizdir.
Yedi kat olup, her katta birçok odalar, şahnişinler, fıskiye ve havuzlar vardır. Sonra Sultan Ahmed Han Köşkü, ondan sonra Dördüncü Murad Han Kasrı gelir. Fakat Dördüncü Mehmed Han ava meraklı olduğundan vaktinin çoğunu Edirne şehrinde geçirir.”
***
Evet, Evliya Çelebi’nin daha geniş anlattığı o dönemin sarayı, bugün aslına uygun olarak yeniden imar ediliyor. Cihannüma başta olmak üzere harem ve diğer müştemilatın tarihi dokusu ortaya çıkmaya başlamış.
Saray ziyarete açıldığında, sadece Edirne’nin değil, ülkemizin ve Balkanlar’ın tarihini ve kültürel geçmişini yeniden okuyacağız.
Kültür ve tarih turizmi bakımından emsalsiz olacağa benziyor