HÜSEYİN ÖZTÜRK
“Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini verin ve inancını sormayın. Allah katında ruh taşıyan herkes, Ebu’l Hasan Harakâni’nin sofrasında ekmeğe layıktır.”
İşte, dünya sofrasının genişliğine ve herkese yer olacağına dair bir tespit ve tavsiye. Sözün sahibi hakkında kısa bir bilgi vermeli.
Ebu’l Hasan Harakâni Hz.’leri, bin yıl önce Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’nun fethine öncülük etmiş ve Anadolu irfanının temelini atan tasavvuf erlerindendir. Kars’ta metfundur.
Evet, dünya sofrası geniştir. Dünyaya gelen her insan, bu sofraya hem katkıda bulunur hem de yer, içer, beslenir. Rızık döngüsünü izlediğimizde yerküreye dağılmış insanlar, hiç bilmedikleri, gitmedikleri, gelmedikleri, tanımadıkları kimselerle paylaşımda bulunurlar.
Gündüz geceye, gece gündüze, günler günlere, saniye saniyeye devredilirken, kimi coğrafyalar geceyi, kimi kıtalar gündüzü yaşarken, dünyanın bir ucundan diğerine, insanlığın istifadesi için üretilen yiyecek, giyecek, içecek ve bilumum ihtiyaç malzemeleri, seyrüsefer halinde akıp durur.
Merkezi üretimle birlikte ithalat-ihracat adı altında alınıp satılan bilumum ihtiyaç malzemeleri, izahı zor bir rızık sistemi içerisinde dünya sofrasını oluşturur. Dolayısıyla dünya sofrasındaki yerimizi muhafaza edebilmek ve daha çok katkı sunabilmek için işimize olan samimiyetimizi ve sahipliğimizi, geniş bir yürekle, kalple, gönülle taçlandırmalıyız.
Yeri gelmişken, söze bir bilgenin öğretisiyle yol verelim. Bu tür hikâyelerin yeri, yurdu, sahibi belli değildir. İnsanlığa mal edilmiş dünya sofralarının başlıca mevzularındandır. Bu tür hikâyeler genellikle şehrin veya beldenin birinde geçer. İnsanı imar eden söz hazineleridir.
***
Şehrin birinde; tatlı dilli, geniş yürekli, hayatı seven, canlı cansız her varlığın vazifesi olduğuna inanan bilgemize; çalışmaktan haz etmeyen, işinden, aşından, çevresinden bıkıp, sürekli şikâyet eden bir zat, halini dile getirerek yardım istemiş.
Şahsın hayattan vazgeçmiş halini gören bilgemiz gayet sakin demiş ki:
-Bak evladım, şurası mutfak, içeri gir, bir bardak su, bir miktar tuz ve bir yemek kaşığı getir. Adam istenilenleri alıp getirmiş.
Bilgemiz, bardaktaki suya gelen tuzu atıp karıştırdıktan sonra içmesini söylemiş. Şikâyet küpü olan şahıs, tuzlu suyu daha ağzına götürür götürmez dışarı boca etmiş ve:
-Ama efendim, yaptığınız şeye bakın, hiç tuzlu su içilir mi, diye sitem etmiş. Bilgemiz bunun üzerine bir kaşık tuzu evin önündeki havuza atmasını ve suyu karıştırmasını istemiş. Adam şaşkınlık içerisinde istenileni yaptıktan sonra bilgemiz:
-Haydi, şimdi bu sudan bir bardak doldur ve iç bakalım, yine tuzlu gelecek mi, demiş. Adam havuza karıştırdığı tuzlu sudan bir bardak içmiş ve tuzu hissetmediğini, suyun normal olduğunu belirtmiş. Bilge, bunun üzerine genç adama dersini vermiş:
-Evladım, bir kaşık tuz hep aynıdır. Onu acı ya da tatlı yapan, bulunduğu ortamın büyüklüğüdür. İşte, göğsü dar olan insanla geniş olanın farkı buradadır. Yüreğini ne kadar geniş tutarsan, dertlere ve acılara tahammülün o kadar fazlalaşır.
Evladım, dünya sofrası geniştir, herkese yer vardır. Bu sofraya katkı verirken veya istifade ederken, karşılaşacağın problemler ne kadar büyük olursa olsun, geniş bir yürekle karşıladığın zaman hepsinin üstesinden gelebilirsin.
Esas olan meselelere geniş bir pencereden olgunlukla bakabilmek, aceleye getirmeden, sessiz, sakin ve sabırla çıkış yolları aramaktır.
Sabır, temiz yürekli insanların işidir, sabırsızlık ise hayatı bir an önce tüketip, günü ve saati belli olmayan ecele, öfkeye ve hırsla koşmaktır. Unutma! Hırs tüketir, sabır yaşatır.
16 Eylül 2022 Cuma