HÜSEYİN ÖZTÜRK
Sevgi denilen duygu, yüce yaratıcının insanoğluna büyük bir armağanıdır. Bu armağanın kıymeti bilindiği sürece insanoğlu huzur, güven ve istikrarla yaşayabilir.
Küçük bir serzenişte bulunarak söze sevgi üzerine yol verelim. Maalesef günümüzde en çok suistimal edilen hususların başında bu kutlu armağan gelir.
Sevgi bir ‘dudak kıpırtısı’ olmaktan ziyade; ‘gönüle indiğinde’ insanı insan eder, insanı ihsan sahibi (iyilik sahibi) eder, insanı ‘ihsanın muhibbanı’ (dostu) eder. Eğer bu hasletler dilden gönüle inmiyorsa, onun adı sevgi değil, heves olur.
Bu kadar girişten sonra meselenin anlaşılması için çorba ile sevgi imtihanını anlatan hikâyemize geçelim.
Bilgeye sorarlar:
-Sevginin sadece ‘sözünü’ edenlerle, onu ‘yaşayanlar’ arasındaki farkı nasıl izah edersiniz? Bilgemiz, soruyu soranları akşam evine davet eder, salonun ortasına bir sofra kurdurur ve soruyu soranları sofraya davet etmeyerek der ki:
-Siz sadece seyredeceksiniz, sorunuzun cevabı bu sofrada. Hele şöyle geriye çekilin ve seyreyleyin bakalım.
Her fırsatta sevgiden, paylaşmadan, dayanışmadan, kardeşlikten söz edip de bu sözlerini ‘dillerinden yüreklerine indiremeyenleri’ sofraya çağırır. Sofrada büyükçe bir tencerenin içerisinde çorba vardır. Çorba sofraya gelince, konukların ellerine oldukça uzun saplı tahta kaşıklar verilir.
Sofradakiler bir çorbaya, bir kaşıklara bakarlar ve şaşkınlıkları yüzlerinden okunurken bilgemiz çorbalarını içmek için konuklarını buyur eder.
Sevginin sadece lafını edenler; peki deyip başlarlar çorbayı içmeye. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun olduğundan bir türlü tastan çorbayı alıp ağızlarına götüremezler, çorbayı kendileri değil, tabla ve sofra bezi içer. Değişik yollar denedilerse de çorbayı içmeyi başaramaz ve sofradan kalkarlar.
***
Sevgiyi dilde tutanların sofraya döktükleri temizlendikten sonra bilge kişi yeni bir sofra daha kurdurur, yine çorba ve aynı ölçüdeki kaşıklar gelir. Sofraya bu sefer sevgiyi dillerinden yüreklerine indirenler davet edilir.
Gözlerinden, dillerinden, yüzlerinden, velhasıl her hallerinden sevgi akan, sevgiyi yüreklerine bekçi edenler; nezaket ve zarafet içerisinde gelip sofradaki yerlerini alır ve bilgenin; ‘buyurun’ davetiyle çorba içilmeye başlanır.
Sevgi fedaileri, kaşıkları ellerine alır, çorba tasına daldırır, çorbalarını kaşıklarına alır ve karşısında oturan arkadaşlarına içirirler.
Böylece birbirlerine çorbalarını içirmiş olurlar. Sevgiyi konuşanların değil, yaşayanların muhafaza ettiği böylece anlaşılmış olur.
***
Mideler doyunca zihinlerin de doyması lazım diye bilgemiz söze girer:
“Kim ki, iş hayatında; yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o kişi ya da kişiler, hırslarından doymak bilmez ve başlarına sürekli musibet davet ederler.
Kim ki, iş ve özel hayatında, sevgi merkezli bir düşünceyle; kardeşine, eşine, dostuna, arkadaşına, komşusuna, tanıdığı veya tanımadığı insanlara iyi niyetle yaklaşıp, paylaşır ve dayanışma içerisinde ihtiyacını giderirse, bilmelidir ki kendisinin de ihtiyacı mutlaka görülür.
Unutmayın! Hayat denilen bu pazarın başlangıcı olduğu gibi sonu da var. İyi sona varmak için iyi başlangıç yapmalı. Bu başlangıçların birinci şartı da sevgi armağanını dilinizde değil, yüreğinizde taşımaktır.”
Kısacası, hayat çarşısında ‘alan değil, veren’ kazançlı çıkar. Sofraya birinci oturanlar hep kendilerine almak istediler ve doymadan kalktılar. Diğerleri ise kendileri almak yerine birbirlerine vererek doyarak kalktılar.
Sözün özünü yine bilgemize bırakalım: “Gönlünde kış olanın, kalbinde haset olanın, gözünde hırs olanın ömrüne bahar gelmez. En büyük sermayemiz; insanı insan eden, insanı birbirine kardeş eden sevgi armağanımızı yaşatabilmektir.”
06 Mayıs 2022 Cuma