tatil-sepeti
Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Hepimizin özlemi değil midir, ‘insanın içinin dışının bir olması’. Ne kadar hasretiz böyle insanlara. Bazı hasretler vardır ki, kavuşulmasını kişinin kendisi engeller.

Sanırım bu hasretler de onlardan biri olsa gerek. Çünkü insanın içinin dışının bir olması öyle kolay elde edilecek bir erdem değildir. Büyük fedakârlıklar ister.

Neyse, yazıdaki başlığın, alışveriş-lerde bir yemin türü olduğunu beyan ederek meramımıza yolculuk edelim.

Anadolu’da ve özellikle kasabalarda bazen panayır zamanlarında, bazen mevsimine göre tarım ve gıda ürünlerinden hayvan satışlarına kadar kurulan serbest pazarlar vardır. Buralarda genellikle yüklü alışverişler yapılır.

Günümüz tabiriyle toptan ticaret yapılır. Haliyle yine böyle pazarlarda ödemeler kimi vakit peşin, kimi vakit bir yıl vadeli işlem görür. Böyle pazarların bir başka özelliği de alıcıların ve satıcıların birbirlerini yakından ve uzaktan tanıyor olmalarıdır ve aradaki bağı güçlendirecek olan güven unsuru aranan şartlardan biridir.

İşte, karşılıklı güvenin tesis edilebilmesi için bir nevi yemin yerine geçen ‘içimiz dışımız bir olsun mu’ ifadesi, karşılıklı bir sözleşmedir. İçimizin ve dışımızın bir olması, sadece satacağımız veya alacağımız ürünlerin mahiyetini kapsamaz. Yemin sonrası kurulacak dostluğun devamını da sağlar.

***

SÖZ VE BEDEN DİLİ BÜTÜNLEŞMELİ

Peki, iç dünyamız dış dünyamızla bir olacaksa bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Soruya şöyle cevap vermeye gayret edelim.

İnsan düşünen, inanan, hissiyatı ile yaşayan ve bütün bu düşünüp hissettiklerini dışarıya beden diliyle aktaran bir varlıktır. İşte, kişinin bilgi, düşünce, inanç ve hissiyat olarak ifade ettiğimiz ve adına mizaç da diyebileceğimiz hali, kişinin iç dünyasını teşkil eder.

İnsanlar iç dünyalarını iki şekilde dışarıya aktarırlar. Birincisi ferdin en önemli özelliği olan ‘dil’ iledir. İkincisi, sözlerin hal ve hareketlere yansımasıdır, yani beden diliyle.

Kadim medeniyetimizde buyurulur ki, ‘gözler asla yalan söylemez’. ‘İçimiz dışımız bir olsun mu’ akdinin en temel dayanağı ve istinat (güven) noktası; gözlerimizle, sözümüzün ve sözümüzü aktardığımız beden dilimizin birbirine aykırı düşmemesidir.

Yeri gelmişken bir atasözümüzü hatırlatalım. ‘Bozuk üslup, doğru sözün celladıdır.’ İşte, içimizin ve dışımızın samimi olarak dışa yansımamasının sebeplerinden biri de sözümüzle beden dilimizin bütünleşememesidir.

***

GÜVEN VE İTİMAT SERMAYESİ

İçimizin dışımızın bir olmasının temel değerlerinden biri, mutlak ‘hoşgörü’ sahibi olmaktır. Hoşgörü ardından ‘merhametli olmayı’ getirir ve karşılıklı alışverişlerde artık satılacak ve alınacak ürünün kıymeti, insan ilişkilerinin gerisinde kalır ve asla bu şartlarda kimse kimseye ayıplı mal satamaz.

Bu durum ahi geleneğinin de önemli uygulamalarındandır. Ahiliğin revaçta olduğu devirlerde hiçbir esnaf, asla ayıplı mal satamaz ve alamaz. Satan da alan da en ağır şekilde cezalandırılır.

İlla da satılacaksa, satılacak malzemenin üzerine ‘kusurlu’ diye yazılmak zorun-dadır ve kusurunun da gösterilmesi mecburidir. ‘İçimiz dışımız bir olsun’ ilkesinin insana yerleşebilmesi için kişinin iç sesi olan ‘vicdanını’, kendisine bekçi yapmak mecburiyetindedir.

Vicdanın bekçilik yapabilmesi için de birey önce kendisine karşı ‘sadakat, tevazu ve merhamet’ sahibi olmalı. ‘İçimiz dışımız bir olsun mu’ yeminin insanlara ve ticarete aşıladığı başka bir sermaye de parayla asla satın alınamayacak olan ‘güven ve itimat’ sermayesidir.

Sözün özü: İçimizin dışımızın bir olmaması güven kaybı demektir. Güven kaybı ruh gibidir. Ruh sahibini terk ettikten sonra nasıl tekrar dönmezse, güven kaybı da bir daha geri gelmez.

16 Ekim 2020 Cuma