Hüseyin Öztürk
Yükü yarım olanın ağırlığı, yükü tamam olanınkinden daha ağırdır. Yükü tamam olanın hedefi vardır, yarım kalanın ise yükünü nerede tamamlayacağı belli değildir.
Yükü yarım olan bir dünyada yaşıyoruz. Yani kendi yüklerini taşıması gerekenler, yüklerini başkalarına yıkmak ve taşıtmak istediklerinden dünyanın yükü ağırlaşıyor.
Bir de yükümüzün birçoğu omzumuzda, heybemizde değil maalesef. Daha çoğu, sürekli artan bir şekilde zihnimizde! Dümeni kilitlenmiş veya arızalanmış gemi gibi önümüze gelen dalgalarla boğuşup her kayaya çarparak alabora olup duruyoruz!
Yükün ağırlığını dünyaya yıkıp, kendimizi temize çıkararak şöyle diyebiliriz:
“Üretimin az olduğu, tüketimin hızına yetişilmediği bir dünyada, kazanmadan harcamanın bir erdem gibi anlaşılması, bizleri şöyle bir boşluğa düşürüyor. Globalleşen yahut küreselleşen ve dünyanın küçük bir köye dönüştüğü dünyamızda, yerli yabancı bir sürü erdemsizlik, kum fırtınası gibi gözleri, sözleri dolduruyor ama insanı ihya eden, mutlu eden, geleceğe ayna tutan anlam yüklü erdemlerimiz unutuluyor!”
MEDENİYETİMİZİ HASIRALTI ETTİK
Erdemli hayatları, erdemli sözleri, sükûtun altın sayıldığı, fazla sözün ise yük getirdiği medeniyetimizi hasıraltı ettik ve mümkün mertebe hatırlamaktan kaçınıyoruz.
Birbirimizi sürekli yargılamaktan sevmeye fırsat ve vakit bulamadığımız bir dünyada yaşıyor olmanın farkına bile varmaya korkuyoruz. Bu yüzden yüklerimiz yarım. Oysa paylaştığımızda, dayanıştığımızda ve bu dünyada misafir olduğumuzu hatırdan çıkarmayıp, geçici bir süre misafir olarak burada kalıp bizden öncekiler gibi dünya yükünü bırakarak, ahirete döneceğimizi bilmemiz, taşıyabileceğimiz yük yüklenmemizi sağlayacak.
Meramımızı bir bilge hikâyesiyle sürdürelim.
Zamanın birinde genç bir talebe, insan davranışlarını incelemek ister ve cevap aradığı soruları vardır. Sorusunu hocasına sorar, hocası da onu yaşadıkları beldenin ‘Aksakal’ olarak bilinen erdem sahibi birine gönderir.
Genç adam hocasının tavsiye ettiği aksakalı bulur ve hocasının selamından sonra merakını gidermek istediği soruları olduğunu söyler. Bilgemiz de “Buyur evladım” der.
Genç adam sorar:
-“Efendim siz ilim tahsil etmiş, beldemizde güngörmüş bir büyüğümüzsünüz. Şimdiye kadar sizi insanların hangi davranışları şaşırtmıştır, bu konuda bilgilenmek istiyorum.”
Aksakal şöyle der:
-“Bir insan dünyaya gelince kundaktan kurtulmak ister, sırt üstü yatar, yan dönmek ister, emekler, yürümek ister. Yürümeye başlayınca da birden büyümek ister, büyüdükten sonra da çocukluk yıllarını özler ve geri o günlere dönmeyi arzular.
VİCDANINIZ TERAZİNİZ OLSUN
İşte bu devrede insanların çoğu, dünyanın hallerine göre; ‘makam, mevki, şan, şöhret ve servet sahibi’ olmayı bekler. Bunları beklerken de hem kendilerine hem çevrelerine epeyce zarar verirler. Bu halleri ne kadar araştırırsan araştır, vicdanını kendisine terazi yapmamış kimselerin davranışlarını çözemezsin.
İnsanlar niye hasta olurlar ve sağlıklarını kaybederler bilir misin? Biraz önce söylediğim hususları elde etmek için hırs yapar ve hırslarının bedelini sağlıklarını kaybederek öderler. Sonra da sağlıklarını kazanmak için elde ettiklerini tekrar harcarlar.
Yarınına kaygıyla uyanan kimseler, bugünün kıymetini anlayamazlar. Dolayısıyla ne günlerini ne de yarınlarını huzurla yaşar ve hiç yaşamamış gibi ölürler.”
Aksakal sözünü bitirince genç adam ikinci sualini sorar:
-“Efendim soruma cevap aldım, peki tavsiyeniz nedir?”
Bilgemiz söyler:
-“Evladım kendin ol! Başkalarına şirin gözükmek için sahte davranışlara girme! Böyle yaparsan kendini sevilmeye bırakırsın. Aklını nefsine-duygularına esir etme yeter! O vakit ne yükün yarım kalır ne de taşıdığın yük seni yorar.”
18 Eylül 2020 Cuma