Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

Hüseyin Öztürk

Biz ki, millet olarak tarihimiz boyunca çeşitli afetlere maruz kalmış ve bütün afetlerin altından, devlet-millet işbirliğiyle kalkmayı bilmişiz bir toplumuz.

Elbet koronavirüs salgınının altından da kalkacağız ve daha iyi günlere yelken açacağız. Devletimiz, milletimiz ve iş insanlarımız bu noktada son derece azimli, gayretli, heyecanlı ve sabırlı bir şekilde bu birlikteliği sürdürüyor.

Meşhur atasözümüzdür: “Beş parmağın beşi bir değil” denilir. Her toplumda olduğu gibi bizde de kişisel çıkarlarını toplumun üzerinde tutan, “Benden sonra tufan” zihniyetli kimseler çıkıyor.

Yine atalarımız derki: “Ağlayanın malı gülene fayda etmez.” Devlet ve millet olarak tüm dünya ile birlikte mücadele ettiğimiz koronavirüs salgınını fırsat bilip, stokçuluk yaparak, merdiven altı üretimler yaparak fahiş fiyatlar uygulamak gibi ticari ahlaka asla uymayan tarzda olaylarla karşılaştık.

Bunları görünce haliyle şu soru akla geliyor: Biz bu muyuz? Biz ki, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” ilahi ilkesinin takipçisi bir milletiz. Biz bu değiliz elbet. Nasıl bir medeniyetten geldiğimizi anlatmak için yaşanmış bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.

FRANSIZ YAZARIN KALEMİNDEN

Aşağıya alacağım hadiseyi, Fransız yazar Claude Farrere yazmış. Claude Farrere, İstiklal Savaşı’nda ülkemizi savunan bir Türk dostudur. Bu sebeple de ismi Sultanahmet’te bir caddeye verildi.

Claude Farrere, Anadolu’nun bir köyünde alışveriş yapar. Çeşitli sebze ve meyvelerden bol miktarda alıp eşeklere yükler ve teknesine götürmek üzere pazardan ayrılır.

Ancak biraz sonra süvariler önünü keser ve onu yükleriyle beraber tekrar köye pazara götürürler. Bundan sonrasını kendisinden okuyalım:

“Köye döndük. Pazar yerinin ortasında beş-altı beyaz sakallı bizi bekliyordu. Bunlar, “Kadı” ve köyün ileri gelenleriydi. Hemen selamlamakta fayda gördüm. En büyük ciddiyetle selamımı aldılar ama bu selamın altında başka şeyler olduğunu seziyordum.

Kadı efendinin arkasında bir sıra adam suçlu gibi dizilmişti; hepsi alışveriş ettiğim kimselerdi. Hiç şüphesiz bu zavallılar, mallarını benim gibi bir kâfire sattıkları için alenen cezalandırılacaklardı. Böyle düşünmüştüm.

Kadı, eşeklerimdeki yükün hepsini indirtti. Sonra bütün aldıklarımı cins cins ayırttı; her cins ayrı ayrı tartıldı. Patatesleri bile saydılar. Tahmin edeceğiniz gibi itiraz etmeyi aklımdan bile geçirmiyordum. Bu, durumu kötüleştirmekten başka bir işe yaramazdı. Tartı işi bitince, satıcılar birer birer heyetin huzuruna geldiler.

Tek kelimesini anlamıyordum ama sorular soruluyor, ithamlar yapılıyordu. Kadı efendi sert bir ifadeyle parmağını uzatmış; domatesleri, salatalıkları işaret ediyordu. Suçlular pişman bir halde suçlarını itiraf ettiler.

Sonra küçük bir torba getirildi. Her satıcı kesesini açtı ve Kadı’ya birkaç kuruş ceza ödedi. Kadı, aldığı paraları önündeki torbaya atmadan önce hesap ediyor, paraları sayıyordu. Herkes cezayı ödedikten sonra torba kapandı ve ağzı bükülerek bağlandı. Sonra hikâye inanılmaz bir gidiş almaya başladı.

MİSAFİR GİBİ MUAMELE EDECEKSİN

Kadı’nın işareti üzerine aldığım eşyalar, bir tanesi eksik olmamak üzere tekrar eşeklerime yüklendi ve Kadı, nazik bir el hareketiyle bana izin verdiğini belirterek kuruşlarla dolu parayı bana verdi.

Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Aynı zamanda cami imamı olan Kadı, çeşitli diller bilen muhterem bir zattı. Bildiği kadar Fransızcasıyla bana şöyle izahat verdi:

- Satıcılar size sattıkları eşyalardan kâr ettiler… Yüzde on kazandılar. Hâlbuki yabancıdan kâr alınmaz.

Kitapta şöyle yazar:

“Yabancıya misafirin gibi muamele edeceksin.”

Evet, bizi anlatmaya yeter bir hadise.

01 Mayıs 2020 Cuma