Bir milletin, özellikle de bizim milletimizin kültürel hafızasının diri kalması ve yaşanır kılınması için bu hafızanın oluşturduğu mekânlar önemli ve vazgeçilmezdir.
Türk İstanbul tarihinin belgesi olarak Süleymaniye Camii (külliyesi) bu mekânlardan biridir. Mimar Sinan’ın dünya insanlığına miras bıraktığı muhteşem külliyeyi unutulmaz olarak anlatan isimlerden biri de ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’dır.
Yahya Kemal’in 1957 yılında yazdığı ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiiri; edebiyatımızın-tarihimizin-medeniyetimizin-kültürümüzün ve şiirimizin zirvesidir.
Üsküp doğumlu İstanbullu Yahya Kemal, tarihimiz ve coğrafyamız arasında baki kalacak bir münasebet kurmuş, ömrünce bu münasebeti, yazılarıyla/şiirleriyle perçinlemiştir.
Yahya Kemal, Mehmet Akif Ersoy gibi gizemli sözlerin hazinedarıdır. Mehmet Akif ‘Süleymaniye Kürsüsü’ şiirini 1912’de yazar. Yahya Kemal ise 45 yıl sonra ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirini kaleme alır. Her iki şiir de içinde bulundukları devrin kültürel havzasının kodlarını anlatır.
1884 yılında Makedonya/Üsküp’te doğan Yahya Kemal, 1 Kasım 1958 yılında İstanbul’da vefat eder. Üsküp’ten başlayan kültürümüz-medeniyetimiz-dilimiz ve tarih yolculuğumuz, Yahya Kemal’in kaleminde ve düşüncelerinde kıtaları aşarak onu müstesna bir mütefekkirimiz yapmıştır.
Bu kısa girişten sonra merhum şairimizin dilimiz için söylediği, “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” tespitiyle sözü özetle ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirine bırakalım:
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garîb âlem bu!..
* * *
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayâl ettiği mimarinin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları,
Bir neferdir, bu zafer mabedinin mimarı.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir`i
Ne kadar saf idi siması bu mü’min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu!
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli!
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o!
01 Nisan 2024 Pazartesi