“Birilerinin kalbine iyi gelmeyi öğrenmeli. Yük olma işini herkes yapıyor zaten.” Cahit Zarifoğlu
Konuşmak ne kadar önemli bir nasipse, dinlemek de o kadar güzel bir nasiptir. Ticari hayatın temel değerlerinden biri ‘nasip/kısmet’ kavramıdır. Günlük hayatımızda farkında olarak veya olmayarak dile gelen önemli etkenlerden biridir.
Konuşma ve dinleme nasibine üçüncü bir şık daha eklemeliyiz. ‘Susmayı bilmek.’ Sabır kökenli susmayı bilmek, insanlar arası anlaşma ve barışa giden yolun iyi niyetli halidir. Tabii bir de susmayı ‘güçsüzlük’ olarak değerlendirmek var ki, mevzuumuz dışıdır.
Sözleri kulaklarımız duyar ama test merkezimiz; ‘yüz şeklimiz, gözlerimiz ve beden dilimizdir’. Kulaklarımızla işittiğimiz sözlere ilk tepkiyi gözlerimiz verir, gözlerimiz aldığı mesajı yüzümüze, yüzümüz de karşımızdaki muhatabımıza aksettirir.
Bu sebeple; “Sözünü bilen kendini bilir” denilmiştir. “Konuşma adabını bilmeyenin yüzüne bakılmaz, sözüne inanılmaz” diye de ilave edilmiştir.
* * *
Ticari hayatımız başta olmak üzere, sosyal yaşamın bütününde, kültür ve medeniyet tarihimizin kodlarını yerli yerine koyup, günlük işlerimize dâhil edemeyince, doğal olarak kendimize, işimize ve çevremize karşı bir yabancılık doğar. Haliyle yabancılık; işimizde de sosyal ilişkilerimizde de yanılmalara ve yanlış yapmalara sebep olabilir.
Bu hususta Türkçemizin, edebiyatımızın, şiirimizin büyük ustası Yunus Emre’ye varalım. Gönülleri derleme ve anlama ustası tasavvuf şairimizin pek çoğumuz tarafından bilinen iki mısrası var.
Mısralara geçmeden önce yeri gelmişken o iki mısradaki yanlışı, Prof. Dr. A. Azmi Bilgin’in tespitleriyle kaydederek meramımıza geçelim.
Yunus’un bugün birçok kişi tarafından ezbere bilinen beyitlerinden biri yanlış olarak şu şekilde söylenir:
“Söz ola bitire savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.”
Bu beytin doğru şekli, ‘yazma’ veya ‘matbu divan’ neşirlerinde şu şekildedir:
“Söz ola kese savaşı, söz ola bitüre başı.
Söz ola ağulu aşı, balıla yağ ide bir söz.”
Evet, doğrusu budur. Her sözün aynası, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi yüzümüz ve gözlerimizdir. “Gözler asla yalan söylemez” denilmesi bundandır.
Doğru veya yanlış söze ilk tepkiyi, yüzümüz ve gözümüz verir. İkili yahut çoklu ortamlarda ise bizi dinleyenler, sözümüzden ziyade yüz ifadelerimize, gözlerimize bakarak anlamaya çalışır ve beden dilimizden manalar üretirler ki, çok yorucudur.
* * *
Yerkürede yaratılmış bütün zıtlıklar içerisinde insanoğlu daima bir orta yol bulmak zorundadır. Orta yol için de izlenecek en iyi yol, önyargısız ve peşin hükümsüz dinlemektir.
İşyerlerimizde, alışverişlerde, evlerimizde, dost buluşmalarında, derneklerde, velhasıl sosyal etkinliklerde birbirimizi anlayabilmek için şu üç hususa dikkat etmemiz lazım gelir.
Bu üç husus, hepimiz için geçerli ve her anımızı bu duygularla yaşarız. Duygularımızın toplamı olan ‘hislerimizle, vicdanımızla ve akli gücümüzle’! Ayrıca bu üç unsur, şahsımızın kimlik ve kişiliğinin de bir göstergesi ve belgesidir.
Hangi ortamda olursak olalım, karşılıklı münasebetlerde kendi şahidimiz; ‘hislerimiz, vicdanımız ve aklımızdır’. Bunların dışa yansıyan hali de ‘beden dilimizdir’. Bunun için başkalarıyla iletişim kuran bir kimsenin sesine, sözüne ve beden diline şöyle bir oran verilir.
İletişimde sesin etki oranı yüzde 20, sözün etki oranı yüzde 20, beden dilinin etkisi ise yüzde 60 olarak belirtilir. Bu tespiti en iyi anlatan isim ise Mevlana Hz.’leridir. “Testinin içinde ne varsa dışına o yansır” der.
08 Ocak 2024 Pazartesi