istanbul-ticaret-gazetesi
istanbul-ticaret-gazetesi
Giriş: 21.08.2020 - 00:00
Güncelleme: 24.10.2022 - 14:20
HÜSEYİN ÖZTÜRK

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Hüseyin Öztürk

Ünlü gezginler arasında ismi bilinen seyyahlardan birisi de ‘Aubry de La Motraye’dir. 1698 Kasım’ında Londra’nın 30 km yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Gravesend’den yola çıkarak İstanbul’a gelir ve 14 yıl burada kalır.

İşte 14 yıl içerisinde gördükleri ve anlattıkları arasında o günkü Ayasofya Camii de vardır. Ayasofya’ya geçmeden önce Motraye’den İstanbul’a dair iki izlenimini aktaralım.

“Babıali öylesine görkemli, Türk konukseverliği de o kadar cömert ki, bir elçi ya da saygı değer bir yabancı Osmanlı topraklarına ayak basar basmaz, emrine hemen atlar, arabalar tahsis ediyor, ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Babıali, insanların sadece İstanbul’a kadar olan ulaşımıyla değil, ülkede kaldığı sürece her türlü masrafıyla ilgileniyor.”

***

Şimdi de o günkü İstanbul’daki dini hayatı anlatışına bakalım:

“Dünyanın hiçbir yerinde tüm dinler, ibadetlerini Türkiye’deki kadar özgürce gerçekleştiremezler, inançları nedeniyle insanların en az rahatsız edildikleri ülke yine burasıdır. Tüm dinler, dinlerinin gereğini yerine getirir, ayinlerinde istedikleri gibi ilahilerini okur ve din adamları Roma’da nasıl giyiniyorlarsa öyle giyinip, halk arasına çıkabilirler.

Ayasofya, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden günümüze kalan ve Osmanlılar tarafından en iyi korunmuş bir yapıdır ve Ayasofya Müslümanlaştırılmıştır. Sonsuz bilgeliğe adanarak inşa edilen bu kilise, hala adını korumaktadır. Türkler buraya ‘Sofya Camisi’ diyorlar. Resim, İslam kültürüne aykırı olduğundan, kilisede bulunan resimlerin üzerleri kapatılmış ve binanın dışına dört minare, yani dört kule eklenmiş.

İşin uzmanlarına göre Ayasofya kubbesi gerçek bir sanat şahikası olarak değerlendiriliyor. Ben de bundan daha cesurca atılım olabileceğini düşünemiyorum. Kubbe sanki havada asılı gibi duruyor, on sekiz tuaz genişlik, üç tuaz derinliğe sahip, yani biraz basıkmış gibi görünüyor.

Kubbe bugünkü mükemmel halini alıncaya kadar birkaç kez çökmüş ama bu halini aldıktan sonra da ayakta durmaktadır.

Türklerin buraya kimseyi sokmadıkları hakkında çok şey yazıldı, çok gizli girilebilir, çok rüşvet vermek gerekir diye bilinir ama ben birçok kez girdim ve gezdim.

Hatta yanımda her seferinde üç, dört gezgin dostumu da götürdüm ve içeride istediğimiz kadar kaldık, yapıyı istediğimiz gibi inceledik, kadınlar galerisine kadar çıktık.

Doğu Hıristiyanları, malum tapınaklarında her zaman erkek ve kadınların bulundukları yerleri birbirinden ayırırlar.”

***

Gezgin Motraye, Ayasofya Camiinden sonra Süleymaniye Camii’ni de gezer ve izlenimlerini şöyle kaleme alır: “Süleymaniye Camii ya da Frenklerin tek kelimeyle söyledikleri gibi ‘Süleymaniye’, bizim muhteşem olarak sıfatlandırdığımız, I. Süleyman tarafından yaptırılmış olup, meraklıların olağanüstü beğenisiyle karşılaşan bir camidir.

Sütun bakımından fazlasıyla zengin olan bu caminin kubbesi, bana göre Ayasofya kubbesinden sonra Türkiye’de görülebilecek en güzel ve en cüretkâr kubbedir. Aslında iki kubbe arasında pek çok benzerlik bulunmaktadır.

Süleymaniye kubbesinin Ayasofya kubbesinden küçük olduğu doğrudur, doğru olmasına ama iki kubbe oransal olarak birbirinin aynıdır. Hatta çevrelerindeki on iki küçük kubbeye varıncaya kadar her şeyleri aynıdır.”

***

Söz buraya kadar uzanmışken, Ayasofya’nın kubbesini geçen ve bir Mimar Sinan eseri olan Edirne Selimiye Camii’nden de söz edelim.

Mimar Sinan Selimiye’yi inşa edinceye kadar dünyanın en büyük kubbesi 30.5 metre çapında olan Ayasofya’dır. Sinan’ın “ustalık eserim” dediği ve 80 yaşında yaptığı Selimiye’nin kubbesi, Ayasofya’nın kubbesinden bir metre büyüktür.