HÜSEYİN ÖZTÜRK
Şehirlerin de kimliği vardır, tıpkı insanların kişiliği, kimliği ve karakteri gibi.
Şehirlerin kimliği, zamanla insanların karakter ve kaderiyle bütünleşir. Ölü ve dirileriyle şehre ruhunu yansıtan halkın bu kimliği, inanç değerlerinin bir neticesidir.
Yerli ve yabancı yüzlerce seyyahın büyük övgülerle anlattığı ve ‘başka bir benzeri olmayan şehir’ diye ısrarla üzerinde durdukları İstanbul, ‘Sur içi’ ve ‘Bilad-ı Selase’ (üç belde) adı verilen ‘Eyüp, Galata ve Üsküdar’, fetih sonrası kimliklerini olabildiğince korumaktadırlar.
Bu arada kimliği mazide saklı olan İstanbul’un ‘Sur içi’ ile sınırlı olduğunu belirtelim de mevzumuz fazlaca dallanıp budaklanmasın.
İstanbul, dünyanın bütün ülkelerinden gelen turistlere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Salgın döneminde biraz sekteye uğrasa da şimdilerde turist akınından geçilmiyor. Özellikle Sultanahmet, Ayasofya ve Topkapı Sarayı, sanki dünya milletlerinin ortaklaşa düzenledikleri ve buluştukları bir festival alanı gibi.
Yabancı ziyaretçilerin en çok gezdiği yer ise Topkapı Sarayı. Geçen hafta içinde bir gün sabahın saat 9’unda Topkapı Sarayı’na yolum düşmüştü. Görevlilerden başka kimsenin olacağını zannetmediğim ilk avluda büyük bir kalabalıkla karşılaşacağımı ummuyordum.
Meğer Topkapı Sarayı hemen her gün, 8 ila 10 bin arasında değişen ziyaretçiyi ağırlıyormuş. Hal böyle olunca binlerce insan, şehrin tarihi ile buluşuyor ve tanışıyor. Gelmeden önce, gezmeden önce, sahip oldukları bilgileri silip, yerine doğrusunu koyuyorlar.
İstanbul’un kimliğini, kimlerin fethettiğini ve kimlerin sahiplendiğini görerek memleketine dönüyorlar. Böylece ‘çok okuyan mı bilir, çok gezen mi’ deyişi, bir kere daha ‘gezen’ olarak kendisini ispat etmiş oluyor.
Tabii, ‘gezmenin’ yanına elbet ‘okumayı’ da ilave etmeli ve okuma olmadan gezerek elde edilen bilgilerin uzun süre hafızada kalınmayacağı hatırda tutulmalı. Çünkü göz, her gördüğünü kaydetmekle yükümlü ama resim altı bilgisi olması, hafızadaki yerini sağlamlaştırıyor. O vakit gezmenin, görmenin ve okumanın tadına varılabilir.
Malum, Topkapı Sarayı, 6 Eylül 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığına devrolunmuştu. O tarihten sonra sarayda hummalı bir çalışma başlatılmış. Restorasyon başta olmak üzere uzun süre ziyarete kapalı mekânlar ziyarete açılmakla birlikte, varlığı bilinen ama görülmeyen yerler gezilir-görülür-yaşanır hale gelmiş.
***
Sözü, şehirlerin kimliği üzerine sürdürelim. “İnsanın yaşadığı yer kendisine benzer” denilir. Nasıl bir kimlik ve kişiliğe sahipsek, yaşadığımız yerleri de ona benzetiriz. Buna evlerimiz, işimiz, mahallemiz, sokağımız, iş münasebetlerimiz ve aile ilişkilerimiz de dâhildir.
Mazi bilinmeden yarınlar inşa edilemeyeceği için tüm dünyadaki milletler ve devletler, mazilerini takip ederek, sahiplenerek, üzerinde yaşadıkları topraklarını vatan edinmişlerdir. Bir coğrafyanın vatan edilmesindeki ilk icraat, elbette o milletin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel değerlerinin yaşanır kılınmasını sağlamak olmuştur.
Bu anlamda Topkapı Sarayı ve Sur içindeki tarihi eserler, İstanbul’un maziden taşıdığı kimliğini hâlâ koruyor. İstanbul, maddenin manaya, mananın maddeye dönüştüğü ve bu haliyle yerli ve milli bir kimliği temsil etmesiyle, bugün hâlâ gözde bir dünya şehridir.
Bir İstanbul aşığı olan Yahya Kemal, İstanbul için şunları söyler:
“İnsanların gözleri tabiatı görmek için açıldığı vakit, İstanbul, bütün şehirler içerisinde birinci derece göründü ve Avrupa’nın en yüksek şairlerinin gözlerini kamaştırdı ve en güzide ruhlu seyyahlarının muhayyilesine yerleşti.
Farz-ı muhal olarak Türklüğün, yeryüzünde güzellik namına başka bir eseri olmasaydı, yalnız bu şehir onun nasıl bir kudrette olduğunu ispat etmeye kifayet ederdi.”
29 Ekim 2021 Cuma