“Nev’i şahsına münhasır bir milletiz” denilir ya gerçekten öyleyiz.
Milli birliğimizi dört bir yandan sarıp sarmalayan değer yargılarımıza baktığımızda, diğer milletlerden ayrılan pek çok yönümüz olduğu muhakkaktır.
Bize mahsus inanç merkezli oluşturduğumuz medeniyet örgümüzün temelini teşkil eden; örf, adet ve geleneklerimiz, ‘bizi biz yapan’ mayamızı oluşturur.
Bu temel değerlerden biri de Ramazan ayında daha da güçlenen; ‘yardımlaşma, paylaşma, dayanışma’ odaklı birlik ve beraberliğimizdir.
Her ne kadar bütün bir dünya modernleşmenin neticesinde; ‘hız, haz ve tüketim çağı’ kapanına sıkışsa da en azından bizim ülkemizde Ramazan ayı bu kapana sıkışmıyor.
Ramazan, insanımızın iç dünyasını mamur eden manevi bir ay olarak değerlendirilir. “İç dünyası mamur olan kimseler, çevresine huzur ve güven verir” denilir. Bu manada eski İstanbul’da ve özellikle dar gelirli mahallelerde, ‘Ramazanlık esnaftan’ söz edilir.
* * *
Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın, “Tatlı dile, güler yüze, doyulur mu doyulur mu” türküsünde olduğu gibi Ramazanlık esnaf, mahallelere şu tatlı dille girerlermiş:
“Ramazan esnafıdır adımız,
Bereketli olsun ekmeğiniz aşınız,
Karşılanır bütün ihtiyaçlarınız,
Bereketli olsun iftarınız, sahurunuz.”
* * *
Ramazan öncesi alışverişlerin tamamını çarşıda, pazarda yapamayan veya imkânı olmayan ailelerin ihtiyaçlarını da Ramazanlık esnaf giderirmiş.
Dar gelirli aileler ile yaşlı ve bakıma muhtaç aileler için mahalle mahalle dolaşılıp, çarşıya pazara inemeyenlerin mutfak ihtiyaçları giderilirmiş.
* * *
Yeri gelmişken Ramazan esnafına dair bir iki örnek sunalım.
Eski İstanbul’da Ramazan denilince akla ilk gelen şey, insanların maddi-manevi ihtiyaçlarının giderilmesi olduğu malumdur.
Ramazan ayının dayanışma, paylaşma ve ikram ayı olması, bu hususun temelini teşkil edermiş.
Ticari işlerini çocuklarına devreden ve kendilerini emekli eden meslek sahipleri, gönüllü olarak bir araya gelip, ‘Ramazanlık esnaf’ adıyla halka hizmet ederlermiş.
* * *
Ramazan ayı başladığında hangi mahallede manav, dükkân veya başka ihtiyaçlar için neler lazımsa, o mahalleler gezilir, dolaşılır, araştırılır, sorulup soruşturulur, uygun yerlere geçici dükkânlar veya sergiler açılarak/açtırılarak, insanımızın ihtiyaçları karşılanırmış.
Sadece bu kadar değilmiş elbet hizmetler. Diyelim ki, dükkân, manav veya diğer ihtiyaç malzemeleri satan yerler mevcut ama oradaki esnafın yardıma ve yardımcıya ihtiyacı var. Ramazanlık esnaf bu ihtiyacı da tespit ederek, bir ay boyunca o mahalledeki esnafa yardımcı eleman temin edermiş. Bununla da bitmezmiş tabii görevleri.
* * *
Mahallelerdeki fakir ve muhtaç aileler başta olmak üzere, yardıma ve bakıma muhtaç kimseler tespit edilir, bu durum önce ‘şehr-i emanete’ bildirilir, belediye ilgilenebildiği kadar ilgilenir, gücünü aşan durumlarda ise Ramazanlık esnaf, kendi aralarında o müşkülleri de halledermiş.
Ramazanlık esnafın bu işlerden bir kâr beklentisi olmazmış. Ticarette tecrübeli olmaları ve iyiliksever babacan tavırlarıyla ihtiyar, genç, varlıklı, fakir, kadın, erkek fark etmez, herkesin sevgisini kazanmaları, onlar için büyük kârmış.
* * *
Ramazanlık esnafın bulunduğu mahallelerde genelde vukuatlar azalır, aile içi geçimsizlikleri veya mahalle kavgalarını yine Ramazanlık esnaf çözer ve yardımcı olurmuş.
İstanbulluların ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını gideren bu Ramazanlık esnafın gönüllü yaptıkları işler elbet bu kadar değilmiş. Ramazan’ın ortasına ve sonuna doğru niyetlerini ve düşüncelerini bir kez daha manilere dökerek veda ederlermiş.
Gönül almaktır işimiz,
İşte geldik gideriz,
Varsa bir şikâyetiniz,
Şehr-i emanete bildiriniz.
Hakkımız geçtiyse helallik isteriz,
İşte geldi vaktimiz geçip gideriz,
Hoşça bakın zatınıza cümleniz,
Ramazan bayramınızı tebrik ederiz.
(Türkiye’de Ticaretin İzleri-İTO Yayınları)