tatil-sepeti
Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

Aynı zamanda bir vakıf medeniyeti olan Osmanlı medeniyetinde, dünyada başka bir örneği olmayan para vakıflarından haberdar olanlar vardır, olmayanları da kısaca bilgilendirmeye çalışalım.

Para vakıflarının kuruluş gayelerinin arasında muhtaçlara yardım etmek birinci sırayı alırken, esasında devletin kalkınması, halkın refahı ve huzuru için kurulmuştur.

Osmanlı medeniyetinin temelini oluşturan ‘kanaat kültürü’ ve ‘ihtiyaç kadar harcama ve tüketme öğretisi’, para vakıflarının üzerinde durduğu hususların başında geliştir.
Para vakıfları, toplumun huzur, güven ve istikrarı için ‘çalışma, barınma, beslenme’ sacayağını sağlam zeminlere oturtarak, devlete yardımcı olmayı vazife edinmiştir. Bu manada para vakıfları önce muhtaç ailelere el uzatmış, gerekli ihtiyaçlarını gidermiş; imaretler, tekkeler, zaviyeler, kervansaray ve hanlarla muhtaç ve yolcuların gıda ve barınmalarını temin etmiş, çalışabilecek durumda olanlara iş temininde bulunmuştur.

Osmanlı döneminde 17-18 yüzyılda durum bu iken, acaba Avrupa’da nasıldı? Yeri gelmişken kısaca oraya da bakalım.
Devlet-i Aliye’de muhtaçların ihtiyaçları karşılanırken ve sokaklarda dilenciye rastlanmazken, Avrupa’da aynı devirlerde fakirliğin, yoksulluğun ve dilenciliğin boyutlarının çok daha büyük olduğu kaynaklarda mevcuttur.

Avrupa’nın gelişmiş ve zengin kabul edilen ülkeleri İngiltere ve Fransa’da 17-18. yüzyıllarda nüfusun yüzde 40 kadarının fakir olduğu kaydedilmektedir. 500 bin nüfusa sahip Paris ve Londra’da ellişer bin kişilik dilenci kitlesinin sokakları doldurduğu da bilinmektedir.

Aynı devirde İstanbul’da 1736’da yapılan bir araştırmada, çoğunluğu gayrimüslim olmak üzere 322 kişinin dilencilik yaptığı tespit edilmiş ve sadece 70 gayrimüslimin çok fakir olduğu anlaşıldığından, pazar günleri kilisede dilenmelerine müsaade edilmiştir. Bu hususta müracaat kaynakları seyyahlardır. Mesela 18. yüzyılın başlarında İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezen Fransız seyyah Joseph de Tournefort hatıratında; Osmanlı ile Batı arasındaki farkı ortaya koymak için şunları yazar: “Türkiye’de ne dilenci ne de para isteyen kimse vardır çünkü onların ihtiyaçları karşılanmaktadır.” Öte yandan 130 yıl sonra D. Urguhart’ta anılarında şunları yazar: “Rumeli’de aylarca seyahat ettiğim halde bir tek dilenciye rastlamadım.” İşte bu ve benzeri seyyahların tarihe hayretle not düştükleri müesseselerin başında para vakıfları vardır.

Söz uzadı ama para vakıfları hakkında biraz daha bilgi paylaşalım. Para vakıfları, kamusal hizmetleri yerine getiren en önemli kuruluşlardan birisidir. Cumhurun temel ihtiyaçları olan sağlık, eğitim, bayındırlık, dini ve kültürel hizmetlerin önemli kısmı, vakıflar tarafından yerine getirilmiştir.
Vakfedilen nakit paranın işletilmesinden elde edilen gelirler, vakfiye şartlarına uygun olarak mütevelli tarafından hayır işlerine harcanmakla birlikte, vakıfların ekonomik sistem içerisinde bir finansman aracı olarak yer almaları da para vakıfları sayesinde olmuştur.

Para vakıfları sisteminin cihan devleti Osmanlı’dan önce hiçbir devlette uygulandığı görülmemiş, Osmanlılardan sonra da herhangi bir İslam ülkesinde kurulmamıştır.

Para vakıflarının getirdiği yeniliklerden birisi de yüksek gelir sahiplerinin kurduğu gayrimenkul vakıflarından oluşan sektöre, geniş halk kesimlerinin, karınca kaderlerince tasarruflarıyla katılmaları sağlanmıştır.

‘Devamlı olan az, bir seferlik çoktan iyidir’ felsefesince küçük tasarruf sahipleri, Ahi birlikleri, yeniçeri odaları, mahalleler, köyler kendi aralarında para vakıfları kurup, toplumsal birlik ve beraberliğin harcını oluşturmuşlardır.
Para vakıflarının en önemli işlevlerinden birisi de faizin yasak ve çok yüksek olduğu devirlerde, kredi arzını artırarak ekonomiye adeta nefes aldırmaları olmuştur.

Bu sayede üretim sektörlerindeki küçük ölçekli birimler, ihtiyaç duyulan kredilere kolayca ve ucuzca erişebilme imkânına kavuşmuşlardır.

02 Ağustos 2019 Cuma