Ülkemizde ilk radyo yayın anonsu, “Muhterem samiin” (muhterem dinleyiciler) diye gazeteci ve radyo spikeri Eşref Şefik’in sesiyle 6 Mayıs 1927 günü şöyle başlar:
“Alo alo, muhterem samiin… Burası İstanbul Telsiz Telefonu…
1200 metre tul-u mevç (dalga uzunluğu), 250 kilosikl… Bugünkü neşriyatımıza başlıyoruz.”
Her şehrin bir hikâyesi var ve şehirlerin tarihi, bu hikâyelerde saklı. Gezenler, görenler, duyanlar; nerede nasıl olmuş, nerede meydana gelmiş, nerede yazılmış, konuşulmuş diye araştırır ve tarihin bekçilerini bulurlar.
Geçmişin şahitleri elbet insanlar olmakla birlikte esas mekânlardır. Bir şehrin tarihine, kültürüne, sanatına doğal olarak binalar ev sahipliği yapar.
İşte bu manada İstanbul’un yüzyıllık tarihine şahitlik eden mekânlardan biri de Sirkeci’de, ilk radyoyu ve postaneyi bünyesinde bulunduran binadır.
Uzun yıllar TRT’de yapımcı ve yönetmen olarak çalışan ve halen İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Abdülhamid Avşar, ‘Radyodan Yükselen İlk Sesler’ belgeselinde şunları söyler:
“Türkiye’de radyo yayınlarının ve yayıncılığının, Eşref Şefik’in yaptığı bu anonsla başladığı kabul edilir. Telsiz telgrafın Kurtuluş Savaşı sırasında iletişimi sağlayan en önemli araçlardan biri olarak, savaşın kazanılmasında önemli rol oynadığı, telsiz telefonun da (radyo) telsiz telgrafın bir çeşidi gibi görülüp önem verilmiştir.
İlk yayın, postanenin bodrum katında yapılır ve henüz kimsede radyo alıcısı bulunmadığı için radyo yayınları, her akşam bina kapısının üzerine yerleştirilen hoparlör aracılığı ile duyurulur. Halkın radyo yayınlarını dinleyip tanıması, kendi mahallelerinde anlatması ve yayılabilmesi için…”
* * *
Evet, bugün hâlâ İstanbul’un gözde mekânlarından olan binanın tarihine de konuk olalım. Ülke sınırları ve dışında haberleşme alanında güçlü bir teşkilat kurmak isteyen ve bu sebeple de Posta ve Telgraf Nezareti olarak II. Abdülhamid Han tarafından inşasına başlanılan yapı, 23 Temmuz 1909’da hizmete girer.
Bir ayrıntıyı hatırlamakta fayda var. II. Abdülhamid, 27 Nisan 1909’da tahttan indirildiği için açılışı göremez. Postanenin tasarımını ise devrin mimarlarından Vedat Tek yapar.
Birinci ulusal mimarlık akımının ilk örneklerinden olan eserin giriş kapısının üstünde, çini işlemeli olarak, eski yazı ile ‘Posta Telgraf Nezareti’ yazar.
1930’larda ‘Yeni Postane’, sonradan ‘Büyük Postane’ olan bina, bugün İstanbul Avrupa Yakası PTT Başmüdürlüğü olarak hizmet verir.
Sirkeci Postanesi’nin halk dilindeki adı ‘Gurbet Postanesi’dir. Bugün artık göç ve gurbet kavramları tarihe karışmış olsa da geçmişte İstanbul’a Anadolu’dan gelen herkesin ilk uğradığı mekânlardandır.
Gurbetçilerimizin memleketlerine mektup veya para göndermelerinin dışında daha da önemlisi İstanbul’da buluşmaları gereken eş-dost-akraba ve tanıdıkların kavuşma noktasıdır.
“Sirkeci’de bekliyorum” diye kısa buluşma notunun adresi burasıdır. İstanbul’dan gidecekler için de gelecekler için de Sirkeci Postanesi ile Yeni Camii avlu ve civarı, kavuşma ve veda noktalarıdır.
Elbet daha da kıymetlisi, yine aynı dönemin gazetelerinde Sirkeci Postanesi’nin özel haber ve köşe yazılarıyla birlikte romanlarda, hikâyelerde ayrıntılı şekilde anlatılıp övünülür olması ve daha sonra filmlere, dizilere ev sahipliği yapmasıdır.
Sirkeci Postanesi, yabancı seyyahlar için de seçkin bir yerdir. Onlar da Osmanlı’nın hemen her devrine ve modernleşme devrine şahitlik etmek ve şahitliklerini kaleme almak için uğramış ve gözlemlerde bulunmuşlardır.
* * *
Velhasıl; İstanbul’u sevmek, tanımak ve nasıl bir şehirde yaşadığımızı fark etmek için tarihi eserleri ziyaret edip, hakkında bilgiler edinmek, İstanbul’u anlamak için kâfidir.
24 Temmuz 2023 Pazartesi