Kâinatın en büyük cevherinin ne olduğunu sorsak, elbette pek çoğumuz kendi kıymet dünyamızdan farklı isimler sayabiliriz.
Soruyu biraz daha netleştirerek şöyle sorsak:
“Sadece insan değil, bütün canlılar için kâinatın en büyük cevheri hangisidir” desek, yine farklı cevaplar alabiliriz.
Sorular üzerindeki muammayı kaldırmak için birlikte cevap arayalım.
Dilimizde asırlardır önemli bir yer tutan ve ‘Anâsır-ı Erbaa’ olarak isimlendirilen; ‘toprak, hava, ateş, su’, kâinatı oluşturan dört temel unsurdan biridir ama diğer üçünün suya mutlak ihtiyacı vardır.
Bu sebeple ‘su hayattır’ ifadesi, esasında her şeyi anlatıyor. Hal böyle olunca bugünümüze bakarak suya ne kadar önem veriyoruz ve su olmadan hayat olmayacağına göre ne kadar yerli yerinde kullanıyoruz gibi sorular da peş peşe akar tabii.
Su denilince elbet aklımıza sadece evlerimizde, işyerlerimizde kullandığımız suyun gelmeyeceğinin, bilumum suyun her damlasının ne büyük bir kıymet ve nimet arz ettiğinin de aslında hepimiz idrakindeyiz.
Denizlerden akarsulara, göllerden irili ufaklı nehirlere, yeraltı ve üstü kaynaklarla birlikte yağmur sularına kadar her damla suyu heba etmeden kullanmanın, hele ki şu zamanda daha çok hayati önem taşıdığı da pek aşikârdır.
Örneğin, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde, ilk iş olarak su meselesini ele almıştır. Halil İnalcık’ın tespitiyle, “Bizans İmparatorluğu’nun son yüzyılında harap hale gelen suyolları, Fatih tarafından Osmanlı su sistemi çerçevesinde tamir edilmeye başlamıştır.”
* * *
İstanbul’un fethinden sonra şehir için oldukça ileri seviyede içme suyu şebekesi geliştirilmiş ve bu sistem, Kudüs ve Mekke gibi Devlet-i Aliye’nin değişik şehirlerinde uygulanmıştır. İstanbul sarnıçlarında yahut bentlerde biriken suyun dağıtım sistemi ayrıntılı bir mahiyet göstermiştir.
Bu sistemle Halkalı Deresi ve Belgrad Ormanları gibi şehrin dışındaki kesimlerden yer altındaki künklerle veya yüksek noktalara su kemerleriyle su getirilmiştir. Su kuleleri ya da su terazileri suyu yüksek yerlerde depolamak için inşa edilerek; su tankları, maslaklar (boru veya künklerle devamlı akan su) veya maksemler (su dağıtım istasyonu) ile suya ihtiyaç duyulan yönlere akıtılarak insanların hizmetine sunulmuştur.
Bu sistemi inşa etmek ve işletmek için ‘Hassa Mimarbaşı’ denilen ‘Başmimarın’ ve suyolcuları görevlisinin gözetiminde dengeli bir organizasyon gerçekleştirilmiştir.
Bir başka önemli ayrıntıyı daha dercetmeli. Su işlerinin inşaat ve bakım masrafları, sultanların veya önde gelen kişilerin vakıfları tarafından karşılanmış ve düzenlenmiştir.
Ana suyolları ve su kemerleri, şehrin büyümesi ve gelişmesi için çekirdek vazifesi gören büyük camilere ve etrafındaki yapılara suyu ulaştıracak şekilde yapılmıştır. Bu su sisteminin temeli iki hükümdar, Fatih ile Kanuni devrinde atılmıştır.
* * *
Tarihimizin akışına baktığımızda medeniyetimizin temel miraslarından birinin su kültürü olması, yazılı ve sözlü kaynaklarda, türkülerde, destanlarda, ağıtlarda, hikâyelerde, romanlarda coşkuyla anlatılır ve önemi üzerinde hassasiyetle durulur.
Yere düşen bir ekmek parçasına gösterilen hassasiyet, suya karşı da gösterilmiştir lakin son yıllarda bu hassasiyette bir hayli zayıflama olduğunu hepimiz gözlüyoruz. Oysa biliriz ki, ekmek ve su, hayat kaynağımızın temelidir.
Velhasıl; “Su gibi aziz ol” sözü aslında pek çok şeyi anlatıyor. Suyun dışında aziz olan ikinci şey insanın nefes alıp vermesidir. Nefesimiz hayat kaynağımız için ne kadar aziz ise su da o kadar azizdir.
Su gibi aziz olmamız ve kalmamız dileğiyle…