Kelimenin aslı ‘itimad’dır lakin dilimize ‘itimat’ olarak yerleşmiştir. Biz de yerleşik haliyle söze devam edelim.
Devri Osmani’deki ticari hayatın başkişileri, ‘itimat insanlarıydı’. İtimat edilen insan olmak, ‘sözü senet yerine geçen insan’ demekti. Bir kimseye üç kişi ‘itimat sahibi’ dediyse, ilgili şahsa güvenin tam ve tartışılmaz olduğu anlaşılırdı.
Pusulanın ise gemicilik başta olmak üzere yön belirlenmesi gereken çeşitli sahalarda kullanıldığı bilinmektedir. Yine yakın geçmişe kadar esas ticari ve hayri işlerde kullanılmıştır.
Yalnız bu pusula bir yön belirlemez. Karşılıklı alışverişlerde paranın miktarını, malın cinsini belirten veya hayır hasenat işlerinde kullanılan birkaç kelimelik taahhüt evrakıdır.
Tabi şimdiden söz etmiyoruz. İstanbul’un fethiyle birlikte başlayan ve son 50-60 yıl öncesine kadar devam eden bir uygulamadan söz ediyoruz.
İtimat kavram ve anlamının yaşandığı yıllarda, pusulaya fazla ihtiyaç duyulmadığı, yerli ve yabancı seyyahlar ile tacirler tarafından anlatıla gelmiştir.
‘Pusula’ uygulamasının ise ‘itimat’ sözünün yere düşmeye ve zayıflamaya başlamasıyla ticari hayata girdiği söylenir. Elbet bu ayrıntıları bugün anlamak zor olabilir ve hatta anlamsız gelebilir, ‘olmaz böyle şey’ denilebilir.
Çünkü ‘itimat, güven ve samimiyet’ gibi değer yargılarımız, öyle hercümerç olmuş vaziyette ki, en yakınımızdakilere bile güvenemez hale gelmiş vaziyetteyiz.
Neyse 100 yıllarca sürmüş bir itimat ve pusula uygulamasından söz edelim.
Bizim ticari geleneğimizin özünü ‘Ahilik’ oluşturduğu için ticaretimiz öncelikle ihtiyaç ve yardımlaşma kapsamında ele alınmış, servet ve sermaye ikinci planda tutulmuştur.
Bu sebeple de şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz birbirini besleyerek ticari bir ağ oluşturmuşlardır. Modern ticaretin ‘sürekli tüket’ ağına düşülmediği yıllarda; ‘her yerde ben kazanayım’ gibi bir hırsa müsaade edilmemiştir.
Bu minval üzere Anadolu İstanbul’u, İstanbul’da Anadolu’yu beslemiştir. Anadolu ile İstanbul arasındaki ticari ilişkilerde herkesin her işi yapmasına, alıp satmasına ve sattırmasına müsaade edilmemiştir.
Bu yüzden ticaret erbaplarının ne alıp satacağı, kimden neyi satın alacağı ve kime neyi satacağı, ‘ehliyet ve emanet’ şemsiyesi altında Ahilik kurumunca belirlenmiştir.
İşte bu anlayış çerçevesinde tüccarlar birbirlerini tanımış, bilmiş, birbirlerini üzmeden hissettirmeden, yolunca yordamınca imtihan ederek aralarında itimat köprüsü kurmuşlardır.
Bu köprünün yıkılması yahut zarar görmesi, maddi zarardan daha büyük olmuş ve ürünün kalitesi değil, insanın kalitesi bozulduğu için itimat yeniden telafi edilememiştir.
Bugünkü değeriyle milyon liralara varan mallar, sözle alınıp satılırken, söze halel gelmeye ve suiistimal görülmeye başladığı zaman ise devreye ‘pusula’ girmiştir.
‘Sözümüz senettir ama yazmak da lazımdır’ denilmesi, müesseselerin yönetiminde çeşitli arızaların olduğuna işaret olduğundan söz yazıya dökülmeye başlamıştır.
Pusulayla alış veriş uygulaması da uzun zaman devam etmiştir. El kadar bir kâğıt parçasıyla milyon liralık alışverişler yapılmıştır. Unutmadan şu ayrıntıyı da hatırlatalım.
Sözlü yahut pusulalı alışverişlerde paranın neyle nasıl geldiği ve kimin kime teslim ettiği de pek bilinmezmiş. Yani herkesin ne alıp verildiğinden haberdar olmazmış.
Dolayısıyla para gündeme getirilmez, konuşulmaz, hele hele ikinci üçüncü şahısların konuşması ayıp karşılanırmış. Bugüne baktığımızda nereden nereye gelmişiz.
Sözün özü: Özellikle genç nesillerimiz için inanılması imkânsız gibi gözükse de hatıratlarda ve seyyahların anılarında nice böyle yaşanmışlıklar mevcuttur.
Sadece ticari sahada değil, hayatın hemen her safhasında, itimat edilen dostlar bulup sahip olmamız dileğiyle…
22 Nisan 2019 Pazartesi