tatil-sepeti
Hüseyin ÖZTÜRK

Hüseyin ÖZTÜRK

Diğer Yazıları

HÜSEYİN ÖZTÜRK

İstanbul’un fethinin üzerinden 568 yıl geçti. 29 Mayıs 1453 günü İstanbul fethedilmiş ve bir çağ kapanıp, bir çağ açılmıştı. Dünya tarihini okuyanlar ve dinleyenler bilir ki, insanlık böylesine imkânsız görülen bir fethe şahitlik etmemiştir.

O devrin yabancı devlet adamları başta olmak üzere Fatih Sultan Mehmet’in en yakınında bulunan devlet adamlarının da bir kısmı inanmamış ve divan toplantılarında, Fatih’i fetihten vazgeçirmeye çalışmışlardır.

Tarihin kaydettiğine göre Fatih’e en büyük cesareti veren ve fethin gerçekleşeceğini müjdeleyen isim, kabri Bolu’nun Göynük ilçesinde bulunan Akşemseddin Hz.leridir.

Akşemseddin Hz.leri, Fatih’e uzun bir mektup yazar ve kazanacağına dair inancını asla kaybetmemesini, inandığı takdirde kazanacağını, inancını yitirirse, İstanbul’u da ordusunu da kaybedeceğini bildirir.

İşte bugün tam 568 yıldır bir Türk şehri olan İstanbul, yerkürenin neresinde olursa olsun, gözünü dünyaya açan ve yaşadığı yeri tanıyan her insanın olmak istediği bir şehirdir.

Fetihten bu tarafa İstanbul’u defalarca yeniden fethetmek isteyen nice devletler, milletler, nice savaşlara ve işgallere kalkışmışsa da başaramamış, milli bir şuur hareketiyle fethedilen İstanbul, yine milli bir tarih şuuruyla teslim edilmemiştir.

***

Bizim millet olarak diğer milletlerden ayrılan özelliğimiz; ‘vatan ve devlet’ kavramlarımızın, inanç kodlarımızın başında yer alması ve bunu milli tarih şuuruyla taçlandırmamızdır.

Yine tarih göstermiştir ki, nice milletler, ekonomik, sosyal, siyasal ve tarihi pek çok düşmanlıklar ve yönetim zafiyetlerinden dolayı yoksul düşmüş, esir düşmüş, işgal görmüş ve başka milletlerin sömürgesi olmuştur.

Yerkürede kuruluşuyla birlikte bugüne kadar sömürge olmamış tek devlet; Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizdir.

Balkanlar, Birinci Dünya Harbi ve Milli Mücadele’de taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak derecede yedi düvelin saldırısı sonucu her türlü yoksulluğa ve çaresizliğe rağmen devlet olma bilinciyle, millet-devlet bütünleşmesiyle yeniden küllerimizden doğmamızın adı ve temeli, milli bir şuurla hareket etmemiz sebebiyledir.

***

Yine biz millet olarak; olumlu veya olumsuz her düşünceyi, felsefeyi, hareketi, kendi değer yargılarımızla tartmadan, ölçmeden, biçmeden, körü körüne kabul eden bir toplum değilizdir. Bu hususta ‘kırk ölçüp, bir biçme hassasiyeti’ bize mahsustur.

İstanbul’un fethi, içeriden ve dışarıdan gelen çeşitli taarruzlara rağmen Fatih Sultan Mehmet’in askeri ve sivil müşavirlerinin yanı sıra, Akşemseddin ve Molla Gürani gibi sekiz ayrı bilgesiyle, haftalarca gece gündüz kırk ölçüp bir biçmesiyle mümkün olabilmiştir.

Tarih şuuru, ancak yerli ve milli bir inançla güçlenebilir. Bu sebeple millet olarak varlığımızı ve gücümüzü, insan üzerinden örneklendiririz.

İnsan hayatının devamı için ‘kalp, beyin, karaciğer ve akciğer’ hayati önem taşıyor ve bunlar olmadan hayatta kalınamıyor, yaşanamıyorsa, millet olarak da ‘bağımsızlık, ordu, dil ve milli şuur’ olmadan ayakta kalmamız ve bağımsızlığımızı korumamız imkânsızdır.

Milli şuurun faal ve hareketli olduğu yerlerde, milletimizin ve devletimizin içine sokulmak istenen hiçbir kargaşa, fitne, fesat ve benzeri kötülükler asla yer bulamaz. Milli şuur, birlik ve beraberliğin en sağlam surlarla çevrilmiş yıkılmaz kalesidir ve bu kaleyi dışarıdan fethetmek asla mümkün değildir.

Yahya Kemal, “Kökü mâzide olan atiyim” derken; tarihin, kültürün, sanatın, ticaretin bütün olduğunu ve tarihten getirdiğimiz; ‘olmazsa olmaz’ düsturuyla, millet olarak birlik ve beraberliğimizin sağlanacağını anlatmak istemiştir.

21 Mayıs 2021 Cuma