Devlet-i Aliye, insan ve medeniyet merkezli bir devlettir. Sınırları içerisinde bulunan halklardan, gönül coğrafyasına uzanan yer kürenin her noktasında, ‘önce insan’ diyerek dünya insanlığına yeni bir kimlik ve medeniyet sistemi getirmiş ve örnek olmuştur.
İşte bu sistemlerden birisi de Hac ibadeti zamanlarında İstanbul’dan Hicaz bölgesine, Mekke ve Medine’ye kadar uzanan bir medeniyet köprüsü kurmasıdır.
Bu medeniyet köprüsünün adı “Surre Alayı’dır”. Surre Alayları’nın tarihi gelişimi ve yaşananlar oldukça geniş bir konudur ve içerisinde pek çok detaylar vardır. Surre Alayları’nın işlevinde, insan başta olmak üzere neredeyse tüm canlıların ihtiyaçlarını giderecek bir sistem mevcuttur.
Tarihçilerin kayıtlarına göre Osmanlı Devleti zamanında Haremeyn’e ilk Surre Alayı’nın Yıldırım Bayezid tarafından Edirne’den gönderildiği ifade edilir. Daha kapsamlı Surre Alayı’nın ise Çelebi Sultan Mehmet devrinde, 1413-1421 tarihleri arasında iki defa düzenlendiği belirtilir.
Surre Alayı geleneği II. Murad döneminde yeni yol ve güzergâhların tespitiyle genişleyerek devam eder. II. Mehmed zamanında süren ve gittikçe büyüyen geleneği, II. Bayezid devam ettirir.
1517’den Mekke ve Medine’nin Devlet-i Aliye’nin hadimliğine geçmesiyle Surre Alayları pek çok açıdan daha düzenli ve sistemli hale getirilir. O yıllarda tüm dünya Müslümanları için Hac mevsimleri büyük coşkularla başlar ve biter. Surre Alayı bu coşkunun ve bütünlüğün ana damarını oluşturur.
Hatta bu dönemde farklı Surre Alayları da oluşturulur. Yavuz Sultan Selim Han, Kahire’den, Yemen’den ve Halep’ten Surre Alayı gönderir. Surre Alayları’nı önemli kılan bir husus da babasından bir adım öne çıkan Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Kâbe örtülerinin Surre ile gönderildiği ve eski örtülerin İstanbul’a getirildiğidir.
Bu geleneğin ne kadar sürdüğünü de derç edelim. Mekke ve Medine’ye Surre gönderme geleneği, Vehhabilerin iki kutlu şehirde çıkardıkları kargaşalar yüzünden birkaç yıl mümkün olmasa da 1915’e kadar sürer.
V. Mehmed Reşad’ın gönderdiği 1916 Surre Alayı, Şerif Hüseyin’in isyanı sebebiyle Medine’de kalır ve Mekke’ye ulaşamaz. 1917-1918 yıllarında gönderilen Surre ise Şam’a kadar ancak gidebilir.
Yine tarihi kaynaklara göre İstanbul’dan gönderilen Surre Alayı’nı Haremeyn vakıflarını da idare eden Dârüssaâde ağası tertipler ve kervanın yol boyunca güvenliğinden, Haremeyn’de dağıtımından sorumlu Surre Emini’nin tayiniyle başlar.
Devrin sultanının da katılımıyla Mekke Emiri’ne yazılan “Name-i Hümayun”, “Surre Keseleri” ve gönderilenlerin kayıtlı olduğu defterler, Topkapı Sarayı’ndan merasimle çıkar, Eminönü’nden Üsküdar’a yine törenle geçer ve İstanbul halkının da katılımıyla kervan uğurlanır.
Surre Alayı’nın güzergâh boyunca güvenliği sancak beyleri ve valilerce sağlanır. Bazı dönemlerde karayoluyla güvenliğin sağlanamaması sebebiyle deniz yolu da kullanılır.
1908’de Hicaz demiryolunun tamamlanmasıyla Surre Alayı demiryoluyla gönderilir ve hareket noktası Haydarpaşa olur. Surre Alayı’nın uğurlanmasına sadece İstanbul halkı katılmaz ve kervana sadece Devlet-i Aliye katkıda bulunmaz, İstanbul’un varlıklı eşrafıyla, Halifeliğe tabi devletlerin sultanları da katkıda bulunur ve hediyeler gönderir.
Surre Alayı’nın bir diğer özelliği ise Kafkaslar başta olmak üzere, Osmanlı coğrafyasının pek çok noktasından Hacca gidecek olan kafileler İstanbul’a gelir ve Surre ile birlikte yolculuklarını başlatır, diğer Hac güzergâhlarında bekleyen hacılarla birleşilerek büyük bir kervan Haremeyn’e vasıl olur.
Evet, “önce insan” ve “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen medeniyetten bir tablo.
19 Temmuz 2019 Cuma