Yazının başlığı; tarih ve kültür seyyahımız, kültür ve tarih hocamız Ahmet Haluk Dursun’un İstanbul üzerine yazdığı gözlem, inceleme, araştırma ve yaşama sanatı adına yazdığı kitabının adı.
İstanbul’un bugün nüfusunun 16 milyon civarında olduğu söyleniyor. Bir de günlük olarak 5 milyon insanın girip çıktığı tahmin edildiğine göre, demek ki turistlerle birlikte günlük 20 milyonu aşan insan nefes alıp veriyor, alışveriş ediyor ve herkes bütçesince, kesesince, mizacınca şehrin bir yerlerine dokunuyor ve yaşıyor. Yani İstanbul nüfusunun yüzde 99’u, İstanbullu olmadığı halde İstanbul’da doğanlardan ve yaşayanlardan oluşuyor desek yanılmış olmayız.
İstanbullu olmak için İstanbul’da doğmak şart değil. Bir insan kendisini hangi şehre ait hissediyor ve o şehrin kültürüne, sanatına, tarihine, edebiyatına, taşına, toprağına, çarşısına, pazarına, üretimine katkıda bulunuyor ve emeğini, ekmeğini kazanmak uğruna harcıyorsa o şehirlidir. Yalnız bu noktada Haluk Dursun Hoca bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Ona katılmamak da mümkün değil.
Şöyle diyor: “İstanbul’da doğmadım ama İstanbullu oldum. İstanbul’da yaşayıp da bir türlü İstanbullu olamayanlara, bir türlü İstanbul’u yaşamayanlara hep acıdım, onları hiç anlayamadım. İstanbul’u geçmişte bırakıp, nostalji feryatlarına katılmadan elde kalanlarla yetinmeye, onları keşfetmeye çalıştım.”
KEŞFETMEYE ÖMÜR YETMEZ
Hakikaten hocanın da dediği gibi İstanbul’u ne kadar çok keşfeder ve tanırsak tanıyalım, buna ömrün yetmeyeceği aşikârdır. Çünkü İstanbul öyle bir hazine sandığı ki, bazen 20 yıl boyunca hemen her gün geçtiğiniz sokaktaki tarihi bir nüveyi yahut bilmediğiniz bir hikâyeyi, yeni duyar ve görebilirsiniz. İstanbul hâlâ böyle gizemlerle dolu. Yine bu hususta Haluk Hoca’nın ifadelerine konuk olalım:“İstanbulluların, İstanbul’u sevmesi için tanıması, geçmişteki önemini ve tarihi güzelliklerini bilmesi gerekir.
Yeni İstanbullu, eski hemşerilerinin nasıl yaşadığını, hangi güzellik ortamı içinde bulunduğunu görüp tadamamış olsa bile en azından duyabilmeli, öğrenebilmeli ve imrenebilmeli. Günümüzde, maalesef artık kalmayan ortak İstanbul kültürü, ancak ortak İstanbul tarih bilinciyle oluşturulabilir.”İstanbul’un diğer şehirlerden ayrılan, farklılaşan birçok özgün tarafı sıralanabilir.
DİNLER VE DİNDARLAR ŞEHRİ
Kıtalar arasında geçiş noktası olması (Avrupa, Asya, Afrika) ve üç büyük deniz ulaştırma ağının (Akdeniz, Karadeniz ve Azan, Hint Okyanusu ile Kızıldeniz) düğüm noktasını oluşturmasıdır. Bunun yanı sıra dünyada hakkında en çok şiir yazılan, en çok şarkı bestelenen, en çok devlet tarafından sahip olunmak için uğraşılan gibi birçok özelliği ön plana çıkıyor.
Bunlar ve bunlara benzer hususiyetlerinden dolayı İstanbul, ‘sıradan şehir’, ‘herhangi bir büyük şehir’ (megapolis) yahut Toynbee’nin deyimiyle ‘geleceğin dünya şehri’ tanımıyla ifade edilemez.
Haluk Hoca’nın önemli tespitlerinden biri de ticaretin, siyasetin, kültürün, sanatın, tarihin yanı sıra aynı zamanda İstanbul’un dinler ve dindarlar şehri oluşudur.
Haluk Hoca bu hususta da şunları kaydediyor: “İstanbul bir dinler ve dindarlar şehridir ve orada bir Sünnî yahut Şiî Müslüman, Katolik, Ortodoks, Protestan, Süryani, Keldani, Grek-Ortodoks, Gregoryan-Ermeni gibi Hristiyanlar, Romanyod, Sefarad, Karaim, Eskenazim gibi Yahudiler, bütün İslam tarikatları, Cizvitler, Fransistenler, Dominikler, Yehova Şahitleri, Karmelitler İslam’ın hoşgörüsü sayesinde rahatça yaşayabilir ve ibadetlerini yapabilirler.”
Sözün özü: Bir İstanbul aşığı ve sadece İstanbul ile değil, yerli ve milli değerler adına kültürümüze, tarihimize, sanatımıza, medeniyetimize dair ne varsa her biriyle ayrı ayrı ilgilenen ve bu uğurda mesai sarf eden Haluk Dursun Hoca’ya rahmetler…