Başlıkta ismini verdiğimiz, ülkemizde farklı dönemlerde yaşayan iki dahi kişiyi kısaca hatırlayalım.
Önce Hezarfen; XVII. yüzyılda yaşayan Ahmed Çelebi’ye ‘hezarfen’ (bin fenli) denmesinin sebebi; çeşitli fen ve sanatlardan anladığı için. Ahmed Çelebi uçma ile ilgili araştırma ve deneylerini Okmeydanı’nda yaptı. Rüzgârın şiddetli olduğu sıralarda ‘kartal kanatları’ olarak nitelendirilen aletle uçmuş, böylece rüzgâra karşı uçuşun kaldırma kuvveti temin edeceği kanaatine varmıştır. Daha sonra da Galata Kulesi’nden havalanarak o meşhur uçuşunu gerçekleştirmek sureti ile Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir. Bu olayı Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nden seyreden devrin padişahı IV. Murad, Ahmed Çelebi’ye 1 kese altın ihsan etmiş ama sonrasında Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre ‘Bu âdem pek havf edilecek bir âdemdir, her ne murad edinse elinden gelir, böyle kimselerin bekası câiz değil’ diyerek Cezayir’e sürgün etmiştir. Orada genç yaşta muhtemelen üzüntüsünden vefat etmiştir.
Mennan Aksoy, 1952’de Gaziantep’de doğmuş, Mennan Usta namıyla ünlenmiştir. İlkokulu 9 yılda bitirdiği rivayet edilir. Tabiri caiz ise mektep medrese görmemiştir. Diplomasız bir dahidir yani. Gördüğü karmaşık bir makinanın aynen imalatını yapabilme kabiliyetine sahiptir. Bu nedenle uluslararası teçhizat fuarlarına girişi yasaklanmıştır. Üniversitenin, TÜBİTAK ile yaptığı projede yer almıştır. Yine tabiri caiz ise emrine mühendisler, hocalar verilmiş ve sonunda ülke adına bol kazanımlı işler başarılmıştır. Mennan Usta, Hezarfen gibi genç yaşta 9 Haziran 2015’te Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. TRT, onu olduğu gibi ve kendi sesinden anlatan güzel bir belgesel yapmıştır.
KAYBEDEN KİM?
Ülkemize ait bu iki örneğin hem geçmişe yönelik hem de yakın tarihteki sayısını artırmak mümkün. Bu türden insanlar her dönemde az veya çok var olmuşlardır. Burada temel problem şudur: Devlet, bu tür insanların önünü açıcı, teşvik edici olduğunda inanılmaz işler başarılmış, tersine davrandığında ise yok olup gitmişlerdir. Yani hem kendileri hem de devlet kaybeden tarafta olmuştur. Gerçekte ise ikisinin de kazanan olması gerekmektedir.
Küçük bir örnekle konuyu somut hale getirelim. Nuri Demirağ, 1936’da tek motorlu, 38 yılında çift motorlu uçağı yapmış ve uçma başarısını göstermişti. Bütün varlığını da bu yolda sarf etmişti. Eskişehir’deki devrim otomobili başarılı olmuş ama önü kesilmişti. Eğer o yıllarda devlet bu insanların önlerini açsaydı bugün hem uçak sanayiinde hem de otomobil sanayiinde dünya ile yarışıyor olurduk. Bu durumda hem devlet kaybetti hem de bu dahi insanları toplum olarak biz kaybettik. Ama büyük kayıp devletin oldu.
Toplumda kıt bir insan kaynağı olan bu varlığımızın kıymetini bilmemiz gerekir. Bunlar; topluma Allah’ın armağanı olarak görülür. Kıymeti bilinir, teşvik edilir ve önleri açılırsa inanılmaz bir şekilde insanlığın hizmetinde olurlar. Değilse çift taraflı zarar hanesine yazılır.
Bu sebepledir ki hem örgün eğitimde olanların hem de Mennan usta gibilerin öncelikle envanterini çıkarmak gerekmektedir. Sonrasında da kabiliyetleri doğrultusunda ülke ve toplum hizmetinde bulunmalarını sağlamak. Örgün eğitimdekileri Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu alandaki ilgili kurumu olan Bilim Sanat Merkezleri yapmaktadır. Diğerlerini ise öncelikle envanterini çıkarmak gerekmektedir. Bu da Enderun İstanbul Vakfı gibi alanında uzman bir kuruluşun öncülüğünde bir proje dahilinde ülke çapında yapılabilir.