HÜSEYİN ÖZTÜRK
Yaşları itibariyle 50 ila 60 yaş ve üzeri olan ve hayatın tüm ilmeklerini lime lime dokuyan iş insanlarımız heybeyi bilirler. İşlerindeki gizli başarılarının altında o yıllar yatar.
Heybe, evlerin ve ticarethanelerin ufak tefek ihtiyaçlarının taşındığı bir omuz dükkanı gibidir. Heybenin ne ve nasıl olduğunu bilmeyen genç iş insanlarımız ve okurlarımız için kısaca bilgi verelim.
Heybe, Anadolumuzun köylerinde, kasabalarında ve hatta 1980’lere kadar şehirlerimizde yapılan, kullanılan, taşınılan bir el ve ev eşyasıydı. Şimdi lüks otel ve lokantaların duvarlarını süsleyen malzemeler haline geldi. Artık antika sınıfındadır.
Söze heybe üzerine yol vermeyeceğim. Başlık ‘heybe’ olunca, az biraz bilgi vermek icap etti. Heybe, halı ve kilim dokumacılığı ile aynıdır. Birbirine bağlı iki gözü olan heybe, insan omuzunda taşındığı gibi binek hayvanlarında da kullanılmıştır.
Bazı bölgelerimizde yün ve kendir lifinden dokunan heybeler olduğu gibi yine köylerde kışlık kurutmalık yiyecekler için yere serilen çullardan da yapılır.
Heybe, sonbahar, kış ve bahar Ramazanlarında köy köy gezen manicilerin, masalcıların, destancıların da bir nevi aksesuar gibi kullandığı, anlatacaklarını heybe üzerinden anlattıkları bir nevi kostüm gibidir.
Biz de söze, o devirlerde yapıldığı gibi bir mani ile başlayalım.
Merhaba ya ehli dil…
Akıldır yolumuzu aydınlatan kandil
Sabrı merhem eyle yarana, sevgiyi eyle sebil…
Açalım heybemizi, görelim ne gelir elimize;
Zurnada peşrev olmaz ne çıkarsa talihimize…
Halk âşıkları, ozanlar, heybe üzerinden neler neler anlatmışlardır. “Dikenin ucuna çık da edep çizgisinden şaşma” veya “Toprağa bak da ibret al, olma sakın afaki, bu dünya kimseye değildir baki”. “İnsanın iyisi fakirken değil, zenginleşince anlaşılır” diyerek, yüzlerce sayfanın anlatacağı insanoğlunu anlatıverirler.
Biz de öyle yaparak söylediklerimizi ve duyduklarımızı heybenin gözlerine yerleştirelim, kim hangisinden nasiplenir, onu da nasibi olanlara bırakalım.
***
Hayat tecrübesinde devleşmiş insanlarımızdan en çok duyduğum söz, “Hatırat okuyun ve sizden büyüklerin tecrübelerinden mutlaka yararlanın” tembihi olmuş ve şöyle demişlerdir: “Evladım, hangi mesleğe sahip olursan ol. Dikkat edeceğin tek husus var. Önce öğrenme azığın için omzuna hayali bir heybe alacaksın. Duyduğun iyi sözleri heybenin ön gözüne, kötüleri arka gözüne atacaksın. Yalnız unutma, arka göz delik olsun ve attığın sözler oradan kaybolup gitsin. Heyben omzunda işinde yükselmelisin, yükselirken bastığın dalları sakın kırma! Eğer kırarsan, inerken basacak dal bulamayıp düşersin ve bir daha kalkamazsın.”
Neyse sözü fazla uzatmamalı diyerek, hayatı boyunca omuzundan heybesini hiç indirmemiş, acı ve tatlı günlerinde hep heybesiyle yoldaş olmuş âşıklarımızdan Ruhsati’ye bırakalım ve ‘Deli Gönül’ şiirinden birkaç mısra sunalım:
***
Daha senden gayri âşık mı yoktur,
Nedir bu telaşın ey deli gönül,
Hele düşün devr-i Âdem’den beri,
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül.
Baktım iki kişi mezar eşiyor,
Gam kasavet geldi boydan aşıyor,
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor,
Gel de bu rüyayı yor deli gönül.
Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun,
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun,
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun,
Topraklar başına vay deli gönül.
Badeli âşıklarımızdan Ruhsati, (1835-1911) Sivas’ın Deliktaş köyünde doğmuş ve hayatının sonuna kadar köyünde yaşamış, köyünde vefat etmiş bir ozanımızdır. Heybesinin ön gözüne koyduklarıyla halen yaşar.
Velhasıl; iyi söz de kötü söz de tohumdur, mutlaka ekildiği gibi biçilir.
03 Eylül 2021 Cuma