Giriş: 10.12.2018 - 00:00
Güncelleme: 24.10.2022 - 13:37
HÜSEYİN ÖZTÜRK

HÜSEYİN ÖZTÜRK

Bilirsiniz ünlü bir söz vardır. Denilir ki; “Her yol Roma’ya çıkar”. Her yolun Roma’ya çıkıp çıktığı bilinmez ama bizce bilinen tarafı, bütün yolların İstanbul’a geldiği ve İstanbul’dan çıktığıdır.

“Her yol Roma’ya çıkar” sözünün geçmişine uzanalım ve yedi tepenin, yedi dağın, yedi ovanın, yedi iklimin, yedi denizin ve nice yedi düvelin gözbebeği İstanbul’un tam orta yerindeki bir işaret taşından, başlangıç noktasından söz edelim.
İstanbul’un tarihi sırlarını belleklerinde tutanlar anlatırlar ve derler ki; “1884 yılına kadar İstanbul sıfır noktası, meridyenlerin başlangıç merkeziydi”.

1884 yılına kadar Greenwich başlangıç noktası olarak kabul edilen, meridyeninin geçtiği Londra’nın güneybatı banliyösündeki bir semtti.

Rivayetlere göre buradaki bir rasathanenin üzerinde bulunduğu kabul edilen meridyen, sıfır olarak alınırmış.

Şimdi de bu tarihten önceki sıfır noktasına bakalım:

İstanbul’da ikamet eden yahut misafir olarak bulunup da Sultanahmet ve civarına gelip de görmeyen kimse yoktur herhalde. Yerli ve yabancı turistlerin mutlak uğrak yerlerindendir. Ayrıca ticari hayatın en canlı hareket noktalarından biridir.

İşte bu semtte, Yerebatan Sarayı’nın yanındaki parkın köşesinde bir taş vardır. Bu taşın adı, “Milyon Taşı’dır”. Doğu Roma’dan dünyaya açılan yolun başlangıcı olarak kabul edilmiş ve her yolun Roma’ya çıktığı işaret taşı olarak bilinmiş.

O asırlarda hangi yol nereye çıktı tam olarak bilinmez ama şimdi bu taşın olduğu yerden bütün dünyaya yol gidiyor ve geliyor. Yani dünyanın merkezi yine “Milyon Taşı’nın” bulunduğu; Ayasofya, Sultanahmet, Divan Yolu, Cağaloğlu, Çemberlitaş, Topkapı Sarayı civarıdır.

Yeri gelmişken bu hususta bir bilgiyi daha paylaşalım.
Devlet-i Aliye’yi Osmani devrinde bütün dünyadaki Müslüman milletler, saatlerini Ayasofya’nın kubbesinden geçtiği ifade edilen ve adına da “Arz-ı İstanbul” ya da “Arz-ı Halife” denilen meridyene göre ayarlarmış. 1932’den sonra Greenwich esas alınmış.

İstanbul, canlı hayatın başladığı ilk asırdan bu yana, ticaretin kalbinin attığı şehir olma özelliğini hiç kaybetmemekle birlikte, kültürel mirasları ve yeniden ihyalarıyla da yine dünyada adından söz ettiren ve zamanı yaşayan, zamanını aşan şehirlerin sultanıdır.

Yerkürede kalbinden iki deniz geçen ve birbiriyle kucaklaşan, ikisinin üzerinden de kıtadan kıtaya yolcu taşıyan, dünyanın denizlerine ve karalarına türlü yollar giden, altlarında da tünelle, demir yoluyla insanların taşındığı, ayrıca çeşit çeşit balıkların ve insanların da beslendiği başka bir şehir yoktur.

İki deniz denilince akla Karadeniz ve Marmara gelebilir. İki denizden biri Karadeniz, diğeri Akdeniz’dir.

Osmanlı haritalarında Marmara ve Ege Denizi’nin eski adı Akdeniz’dir. Tabii bu iki denizin birleştiği kalbin sahibi olmanın, sahibi bulunmanın onuru ve gururu da başka bir nimet ve nasip olarak kabul edilmeli. Bu nasibin asırlardır, nesillerden nesile emanet olarak devredildiğini de unutmamalı.

Sözün özü:

Hiçbir emanet kimsenin üzerinde kalıcı değildir. Mutlak korunarak, muhafaza edilerek taşınır ve sorumluluğu hiçbir bedelle ödenmeyecek kadar büyüktür.
İstanbul’un emanet oluşuna dair önemli hususlardan biri de Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadisi şerifine nail olmuş kutlu belde olmasıdır. Emanete bu boyutuyla bakmak da gerekir.