‘Hayatla ölümü ayırmıyorsak hazire konusunu güncellemeliyiz’
Prof. Dr. Sadettin Ökten
Saadettin Ökten Hoca’nın sözünden anladığımız; günümüzde sosyal hayatı ölümden büyük ölçüde ayırmış bulunuyoruz. Zira -bir ölçüde zorunluluktan da olacak- geniş mezarlık alanını şehir dışında yaptığımızdan zorunlu olarak hayatın dışına çıkmış bulunuyor. Sadece belirli günlerde ziyaret edilen mekânlar haline gelmiş oluyor. Bilindiği üzere tarihi camilerin kıble tarafına baktığımızda; atalarımızın kurgusu hayatla ölümü iç içe tutmak olmuş. Böylece, gündelik hayat içinde mezarlarla sık sık karşılaşmak mümkün oluyor. Bu da hayatla ölümü iç içe yaşamanın bir başka boyutunu ortaya koyar. Bu durum ölüm gibi soğuk bir boyutun yaşarken içselleştirilmesi ve ders alınması anlamına gelir.
***
Konuyu daha iyi anlamaya yönelik olarak hazire kavramı ile ilgili küçük bilgiler vermek doğru olur. Hazire; genellikle medreselerin de içinde olduğu külliye camilerinin, bunun dışında küçük cami, mescit, tekke, türbe gibi dini yapıların kıble istikametinde yapılan kabirlerden oluşan küçük çapta bir mezarlık olabileceği gibi çok sayıda mezarı barındıranları da bulunur. Hazirelerin ilk çekirdeğini bitişiğinde bulunan yapıyı inşa ettirenin veya o yapı ile bağı olan şahısların mezarları oluşturur. Cami, mescit veya tekkeyi yaptıranlar emri hak vaki olduktan sonra bu ibadethanelerin kıble tarafına gömülmüşlerdir. Zaman içinde burada, bu yolda hizmeti geçenlere veya devlet büyüklerine bu türbe veya mezarın yanına yeni yapılan definlerle beraber bir hazire oluşur. Bir hazirenin büyüklüğü, orada ilk mezarı bulunan kişinin makamına ve mezarlık olmaya elverişli alanın genişliğine bağlı. Mevlevi geleneğinde ise buna vâdî-i hâmûşân (sessizler vadisi) adı verilmiştir. Hazirelerin tarihçesini mâbedin yanına defin geleneği açısından Hz. İsmâil’e kadar götürmek mümkün.
Rivayete göre Hz. İsmâil, annesi Hâcer’i vefatı üzerine bugün Kâbe’nin kuzeybatı cephesinin önünde yer alan ve üç tarafı alçak bir duvarla çevrilmiş olan, yaklaşık yarım daire şeklindeki kutsal mekâna gömmüş, daha sonra kendisi de onun yanına gömülmüştür. Arkeoloji terminolojisinde ‘nekropolis’ (ölüler şehri) denilen eski mezarlıklar kültürden kültüre farklılaşır. İslâm’da mezar kültürünün gelişmesi doğduğu muhitten çok yayıldığı topraklarda ve karşılaştığı gelenekle irtibatlıdır.
***
Fatih Külliyesi içindeki Fatih Camii’nin kıble istikametinde türbesi bulunan Fatih Sultan Mehmet Han ve diğer ilim sahipleri, Süleymaniye Camii kıble istikametinde bulunan Kanûnî Sultan Süleyman ve diğer ilim heyeti ve irili ufaklı tarihi camilerin hemen hemen tümünde hazire uygulamasını görmek mümkün. Aslında bu hazirelere defin günümüzde de devam ediyor ve buralara Cumhurbaşkanlığı kararı ile defin yapılabiliyor. Sözgelimi; günümüz tarihçilerinin kutbu Halil İnalcık, Kemal Karpat, Mehmet Genç Hocalar ve ulemadan Raşit Küçük Hoca, Fatih Camii haziresindedir. Başka bir örnek ise adına müze, kütüphane ve enstitü kurulan ünlü bilim tarihçimiz Fuat Sezgin Hoca, Gülhane’de kendi adına kurulan müzesinin önüne defnedilmiştir.
Hazireler, camilerin kıble istikametinde bulunur. Günümüzde bu gelenek yok oldu; çünkü tüm definler genellikle sosyal hayat merkezlerinden uzakta bulunan mezarlıklarda oluyor. Bundan dolayı hazirelerden hayata dair ders çıkarma fonksiyonu da ortadan kalkmış bulunuyor. İnsanların yılda bir iki defa yapageldikleri mezar ziyaretleri, sıklığı itibariyle ders alıcı mahiyetten uzaktır. Bu açıdan arsa ve konum durumlarına göre yeni inşa edilen camilerde de hazire için yer ayrılabilir mi konusunun müzakeresine ihtiyaç vardır. Zira gündelik hayat içerisinde toplum için hayatın dersini çıkarmak anlamında hazire konusunun bir hazine değerinde olduğunu anlamak gerekir. Mübarek Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde toplum açısından manevi ağırlığı olan böylesine bir konunun müzakeresi uygun düşer.
11 Mart 2024 Pazartesi