HÜSEYİN ÖZTÜRK
Atalar mirası “Söz uçar, yazı kalır” ifadesinin geçmişi, 1400 yıl öncesine dayanır. İnsanoğlunun; ‘beslenme, barınma, çalışma’ adına temin etmek istediği her türlü ihtiyaç maddesinin alışverişinden borç alıp vermeye kadar yapılan faaliyetlerin kayıt altına alınması tavsiye edilmiş ve yazılı olması istenmiştir.
Bu erdemli uygulamanın neticesinde rızkın arandığı ve kazanıldığı çarşılarda, pazarlarda, hanlarda, kervansaraylarda velhasıl ticaretin yapıldığı hemen her noktada, kazanca dair ayetler, hadisler, öğütler, nasihatler; alanların ve satanların görebilecekleri yerlere asılmıştır. Kazancın helal olması, toplumun huzur ve güveni için şart olarak görülmüştür.
İşte Kapalıçarşı’nın Fesçiler kapısında da bu ifadelerden biri yer almaktadır. Bugün halen bu yazı kapının alınlığında görülmektedir. Sadece Fesçiler kapısı değil elbet, diğer kapılarda da çeşitli bilgiler veren kitabeler bulunmaktadır. Kitabeler, aynı zamanda ilgili mekânın aidiyet belgesidir.
TARİHE IŞINLANMAK İSTEYENLER
Fesçiler kapısı nerede? Önce şu hatırlatmayı paylaşalım. İstanbul’un fethine kadar olan 568 yıllık geçmişi hissetmek isteyenler, sadece Kapalıçarşı’yı gezip görseler, bir fikir sahibi olurlar. Tarihe ışınlanmak isteyenler, çarşı içindeki sokakları, hanları, kapıları seyretseler kâfi.
Kapalıçarşı’nın ana kapılarının dışında bir de yavru kapıları vardır ve ana kapılarla birlikte bunların sayısı 21’dir. Bu kapılardan biri de Sahaflar Çarşısı’nın karşısındadır ve kapının giriş alınlığında; ‘el-kâsibül habibullah’ yazmaktadır. Ne demektir? Şöyle açıklanıyor: “Çalışıp kazanan Allah’ın sevgilisidir.” Şimdi bu söz üzerine inanarak hareket eden bir kimse, ne kendisine ne müşterilerine ne de ailesine karşı kazancına haram karıştırabilir mi, hile yapabilir mi, yalan söyleyebilir mi?
Bu kitabenin yanında, Kapalıçarşı’nın bakım-onarımını yaptırtan Sultan II. Abdülhamid’in turası da bulunmaktadır. Kitabeyi, Hattat Sami Efendi yazmış.
Fesçiler kapısındaki bu güzide uyarıdan sonra bir de bugüne yolculuk edelim. Sizleri Denizli’nin ünlü Babadağlılar Çarşısı’nın giriş kapısındaki bir nevi kitabe gibi olan M. İlhan Canbaba imzalı öğüde götürelim. Babadağlılar Çarşısı’na giren herkes okur bu şiiri.
“Besmele çek, gir çarşıya, selamı da unutma ha!
Kiloyu eksik çekme ha, metreyi kısa tutma ha!
Halka hizmet eylemektir, Hakka hizmet eylemek,
İyi belle sen bu sözü, sakın yabana atma ha!
Alış derken, veriş derken, ölçü, tartı, satış derken;
Paraya pula tapma ha, insanlığı unutma ha!”
HAZİNE SANDIĞI GİBİ
Denizli’den tekrar İstanbul’a, Kapalıçarşı’ya dönelim. Evliya Çelebi, Kapalıçarşı’ya dair ilginç bir hikâye anlatır: Ona göre Kapalıçarşı, Devlet-i Aliye’nin kalesi, devletin ve milletin hazine sandığı gibidir.
Evliya Çelebi, Kapalıçarşı’yı tabii 1640 ve sonrası yıllarda görmüştür.
O senelerde gördüğü kadarıyla çarşı hakkında şu bilgiyi aktarır:
“…İstanbul’un kalabalık bir yerinde, Osmanoğulları’nın büyük hazinesi bulunur ki, güya kahkaha kalesidir. Sefer zamanlarında sefere gidenlerin, vezirlerin ve âya’nın (devlet ileri gelenlerinin) kıymetli malları buradadır. Yeraltında nice yüz demir kapılı mahzenleri vardır…
Doğuya açılan kuyumcular kapısı vardır ki, bu kapı üzerinde kanatlarını açmış korkunç bir kuş sureti nakşedilmiştir… Bu sureti kapıya nakşetmekteki amaç şu imiş: Kazanç denilen şey havaya uçan vahşi bir kuştur. Eğer bu kuşu nezaketle avlayabilirseniz o vakit bu bezistanda kâr edebilirsiniz!”
Fesçiler kapısındaki nasihat olsun, Denizli Babadağlılar Çarşısı’nın girişindeki şiir veya Evliya Çelebi’nin kuş hikâyesinde olsun, hepsinin özünde insan vardır. İnsanoğluna boşuna ‘Eşref-i mahlûkat’, ‘Kâinatın en şereflisi’ denilmemiş demek ki.
24 Aralık 2021 Cuma