HÜSEYİN ÖZTÜRK
Şehirlerin tarihini, o şehirde yaşayan insanlar oluşturur ve ticari veya seyahat amacıyla gidip-gelinen beldeler, bu tarih üzerine gezilir ve ticaret yapılır. Şehirlerin ekonomik, sosyal kültürel geçmişinde ve şimdiki zamanında öne çıkan kesim, doğal olarak ticaret erbaplarıdır.
Şehirler onlarla yaşar ve büyür. Onlar sebebiyle ziyaret edilir, kültürlerden kültürlere akış onlarla gerçekleşir.
Yahya Kemal’in:
“Geldikti bir zaman Sarı Saltıkla Asya’dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan” dediği gibi asırlardır İstanbul’dan dünyanın her noktasına gidildiği gibi yine her noktasından İstanbul’a tacirler ve seyyahlar gidip gelmiştir.
Her gelen İstanbul’da bulduğunu ve gördüğünü, gittikleri yerlere taşımıştır. Bugün dünyanın pek az tanıdığı ve onların da dünyadan pek az şehri tanıdığı ülke insanları bile İstanbul’un adı geçtiğinde gülümsüyor ve yüzlerinde garip mutluluk çizgileri beliriyor.
“Bunun nedeni ne olabilir” diye yapılan küçük bir araştırmada, İstanbul için şunlar söylenmiştir: “İstanbul’un kapısı herkese açıkmış ve orada niye geldin diye sorulmadığı gibi insanlar yabancı gibi karşılanmaz, hemen benimsenirmiş.”
***
İKRAM KÜLTÜRÜ
Bu husus günümüze aktararak şöyle izah edebilir:
İstanbul denilince haliyle akla ilk gelen yer, ‘Tarihi Yarımada’ olmalı. İstanbul’un orta yeri orasıdır ve tüm dünyanın tanıdığı bildiği, sözünü ettiği yer de burasıdır.
Tarihi Yarımada çok eski bir yerleşim bölgesidir. 8.5 asırdır, kültürlerin birbirlerini besleyerek geliştiği bir şehirdir. Yine 8.5 asırlık bir hayatın beşiğidir. İstanbul’u güzelleştiren husus ise bu kültür mozaiğine en saygılı davranan kültürün, Osmanlı medeniyeti olmasıdır. Bu hal, medeniyet kurucu Osmanlı anlayışının bir gereği olarak bilinir.
İstanbul genelinde ticari hayat, sadece para ve emtia değildir. Esas kültür taşımacılığı yapılması hasebiyle insanlar ve toplumlar arası iletişim mekanizmasının önemli ayaklarındandır. Bu meseleye de en çok seyyahlar dikkat çeker.
İstanbul’un fethiyle birlikte 1453 yılından itibaren eski eserlerin korunması ve onları tahrip etmeden kendi medeniyet çizgileriyle şehrin inşa edilmesi, ticari hayatın kendi değer ve ölçüleriyle deruhte edilmesi, Batılı gezginleri hayranlık ve şaşkınlık içerisinde bırakmıştır.
İstanbul’a gelip de hayret ve heyecanını bastıran ve sıradan bir şehri görmüş gibi anlatan bir tek seyyaha rastlanmaz. Tüm seyyahlar, şehirde gördükleri sosyal ve ticari hayatı öve öve bitirememişlerdir. En çok dikkat ettikleri de bizim esnafımızın ‘ikram kültürü’dür. Bu konuda bir seyyahın şu notlarını aktaralım:
***
BİRKAÇ FAKÜLTEYE BEDEL EĞİTİM
“Bu Türkler bir garip ve İstanbul’un her yanı sanki evleri gibidir. Yabancı insanları evlerine gelmiş gibi kabul ediyorlar. Yediriyor, içiriyor, harçlığın var mı” diye soruyor ve bir de sanki biz onlara ‘yediklerimizin ücretini ödemişiz gibi’ teşekkür ediyorlar. Biz onlara teşekkür ettiğimizde ise ayıp bir şey yapmışız gibi sıkça kullandıkları ‘estağfurullah’ diyor ve “Biz size Allah için hizmet ettik. Misafir baş konuktur bizde. Misafir on nasiple gelir, birini yer, dokuzunu bırakır” diyerek çok mutlu oluyorlar.
Tabii bu kadar İstanbul güzellemesinden sonra haliyle şu sorulacaktır:
“Bir de bugünkü İstanbul’u anlatmalı”. Haklısınız ama bazen eleştirileri, eksiklikleri, gedikleri sıralamadan, geçmişten örnekler vererek hatırlatmak evladır.
Bilgeler der ki:
“İstanbul’u gezmek, yaşamak, hayatı gözlemek-bilgilenmek, birkaç fakülteye bedel bir eğitim faaliyetidir.” Erenlerin bu sözünden hareketle, “İstanbul’un ve halkının geçmiş güzelliklerini bugüne nasıl taşırız” niyetiyle hareket edilirse, sanırım yukarıdaki sorunun cevabı da verilmiş olunur. İstanbul’u ve İstanbulluları güzelleştirecek olan bizleriz vesselam.
04 Eylül 2020 Cuma