Pandemiyle birlikte esnek çalışma modelleri birçok sektörde hızla yaygınlaştı. Ancak son dönemde küresel ölçekte gözlemlenen ‘ofise dönüş’ eğilimi, bu geçici özgürlüğün yerini yeniden kurumsal kontrol arzusuna bıraktığını gösteriyor. Google, Meta, Amazon gibi teknoloji devlerinin hibrit modelleri terk edip çalışanlarını fiziksel ofislere çağırması tesadüf değil. Bu kararların arkasında yalnızca verimlilik kaygısı değil, aynı zamanda dijitalleşmenin sunduğu yeni kontrol imkanları yatıyor.
Bir işi otonom hale getirmek istiyorsanız, önce o işin nasıl yapıldığını anlamalısınız. Bu da yalnızca çıktılara değil, sürece odaklanmayı gerektiriyor. Pandemi döneminde çalışanlar farklı saatlerde, cihazlarda ve hızlarda işlerini yürüttü. Ancak yapay zeka devreye girdikçe ‘süreç verisi’ çok daha kıymetli hale geldi. Çünkü ancak bu verilerle iş süreçleri modellenebilir ve otomasyon mümkün olur. İşte tam bu noktada, çalışan takip sistemleri yalnızca gözetim değil, optimizasyon aracı olarak devreye giriyor.
Yeni nesil izleme yazılımları artık yalnızca klavye tuşlarını değil, davranış kalıplarını, dikkat düzeyini ve hatta yüz ifadelerini takip ediyor. Amaç, sadece neyin ne zaman yapıldığını değil, nasıl ve hangi bağlamda yapıldığını da anlamak. Bu sayede performans ölçmenin ötesine geçerek, iş süreçlerini yeniden tasarlayacak bir veri altyapısı oluşturuluyor.
* Teramind: Ekran kaydı, uygulama kullanımı ve e-posta içeriklerini analiz ederek çalışan davranışlarını sınıflandırıyor. Güvenlik tehditlerine karşı izleme de sağlıyor.
* ActivTrak: Üretkenlik düzeylerini zaman bazlı grafiklerle görselleştiriyor; liderlere görev dağılımı hakkında içgörü sağlıyor.
* Hubstaff: Zaman yönetimi, konum takibi ve klavye/fare aktivitesini birleştirerek dijital davranış örüntülerini ortaya koyuyor.
* Microsoft Viva: e-posta ve toplantı alışkanlıklarından yola çıkarak kurum içi işbirliğini ve tükenmişlik risklerini analiz ediyor.
* VeriBot: Slack ve Teams gibi platformlardaki yazışmaları analiz ederek ekip içi stres noktalarını ve duygusal tonu ölçüyor.
Bu sistemler artık yalnızca ‘ne kadar çalışılıyor’u değil, ‘nasıl çalışılıyor’u da anlayabiliyor. Örneğin, bir görevin gecikmesi; yalnızca düşük performans değil, yetersiz araçlar, rol belirsizliği ya da eğitim ihtiyacına işaret ediyor olabilir. Bazı platformlar, çalışanın içgüdüsel çözüm yollarını analiz ederek bunları kurum genelinde ‘iyi örnek’ olarak yeniden üretmeyi bile hedefliyor.
Bu çözümler gerçekten sadece verimlilik için mi kullanılıyor? Birçok çalışan ofise döndüğünde ilk fark ettiği şey, sessizce yüklenmiş bir takip yazılımı oluyor. Çalışanlar artık sadece yöneticilere değil, algoritmalara da performans sergiliyor. İşveren için bu sistemler değerli süreç verisi üretirken; çalışan için psikolojik baskı, mahremiyet kaybı ve güvensizlik duygusu yaratabiliyor. Özellikle ‘etik izleme’ sınırının bulanıklaştığı noktalarda, performans takibi doğrudan gözetim halini alabiliyor.
Sonuç olarak gelecek şu soruda düğümleniyor: İşletmeler üretkenliği artırmak için insanlara mı, yoksa verilerine mi güvenecek? Yapay genel zekanın yaklaşmakta olduğu bir çağda, davranışsal veriler hiç olmadığı kadar kritik. Ancak bu verilerle ne yapılacağı, kimlerle paylaşılacağı ve ne kadar süreyle saklanacağı gibi sorular hâlâ gri alanda. Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir işyeri kültürü, sadece izlemekle değil, anlamakla mümkün. Teknolojinin değil, teknolojiyle birlikte inşa edilen güven ilişkilerinin başarımızı belirleyeceği bir geleceğe doğru ilerliyoruz.