Küçük bir test yapalım. Son birkaç ayda yapay zeka için hangi ifadeleri kullandığınızı düşünün. ‘Harika’, ‘çığır açıcı’, ‘inanılmaz’ mı? Yoksa daha çok ‘idare eder’, ‘işimi görsün yeter’, ‘taslak çıkarsın ben bakarım’ mı?
Yapay zeka tartışmalarında son dönemde garip bir dil değişimi var. Birkaç yıl önce ‘her şeyi kökten değiştirecek’ diye konuştuğumuz sistemler için bugün daha mütevazı cümleler kuruyoruz. ‘Fena değil’, ‘iş görür’, ‘taslak çıkarsın yeter’ gibi ifadeler yaygınlaştı. Bu ifadeler masum görünüyor. Ama arkasında sessiz bir ayarlama var. Teknolojiye değil, beklentiye dokunuyoruz.
***
İlginç olan şu: Bu dil değişimi çoğu zaman yapay zekanın geri gitmesinden değil, bizim çıtayı fark ettirmeden aşağı çekmemizden kaynaklanıyor. Kimse bunu yüksek sesle ilan etmedi. Bir sabah uyanıp ‘artık daha azını bekleyelim’ demedik. Ama pratikte tam olarak bunu yapıyoruz. Başlangıçta beklenti yüksekti. Yapay zekadan muhakeme etmesi, bağlamı anlaması, doğru kararlar önermesi bekleniyordu. Bugün geldiğimiz noktada beklenti daha dar. Özetlesin, hızlandırsın, ilk versiyonu çıkarsın. Yani son karar vermesin ama ön işi yapsın. Teknoloji büyük ölçüde aynı teknoloji. Değişen, ondan beklediğimiz rol. Bu tabloyu bir ‘beklenti devalüasyonu’ olarak okumak mümkün. Önce yüksek beklentiyle yükleniyoruz. Ardından hayal kırıklığı geliyor. Sonra da beklentiyi aşağı çekerek memnuniyet üretmeyi öğreniyoruz. Sistem artık daha iyi olduğu için değil, biz ondan daha az istediğimiz için ‘başarılı’ ilan ediliyor. Bu durum teknoloji tarihinde yeni değil. Akıllı telefonların ilk yıllarında da benzer bir süreç yaşadık. Başlangıçta ‘her şeyi cebimize sığdıran mucize’ olarak görülen cihazlar, zamanla batarya ömrü, dikkat dağınıklığı ve bildirim yorgunluğu tartışmalarının merkezine oturdu. Telefonlar geriye gitmedi. Biz onlarla kurduğumuz ilişkiyi yeniden pazarlık ettik. Daha az beklemeyi, daha seçici kullanmayı öğrendik. Yapay zekada da benzer bir pazarlığın içindeyiz.
***
Bugün sahada gördüğümüz pratik şu: İnsanlar modeli değil, işi optimize ediyor. Mükemmel cevap yerine kabul edilebilir çıktı yeterli sayılıyor. Doğru karar yerine hızlı seçenek listesi talep ediliyor. Sunum hazırlarken içgörü aramıyoruz, iskelet istiyoruz. Rapor yazarken analiz değil, taslak bekliyoruz. Bu yaklaşım kısa vadede verimlilik sağlıyor. Zaman kazandırıyor. Ama uzun vadede başka bir bedel üretiyor. O bedelin adı standart erozyonu. Standart düştüğünde sorun hemen fark edilmiyor. Çünkü işler yürümeye devam ediyor. Sunumlar yapılıyor, raporlar teslim ediliyor, kararlar alınıyor. Kimse durup ‘burada bir şey kaybediyoruz’ demiyor. Sessiz bir normalleşme yaşanıyor. ‘Olur’ kelimesi, ‘doğru’nun yerini alıyor. Bu noktada kritik bir kırılma var. Sürekli taslak tüketen bir zihin, karar verme kasını çalıştırmamaya alışıyor. Muhakeme, doğrulama ve sorumluluk yavaş yavaş dış kaynak kullanımına devrediliyor. Otomatik pilotta uçmak rahat. Ama manuel iniş pratiği kaybolduğunda risk birikiyor.
***
Buradaki asıl risk yapay zekanın hata yapması değil. Asıl risk, insanın hatayı tolere etmeyi öğrenmesi. Beklentiyi düşürerek sistemi başarılı ilan etmek kolay bir adaptasyon. Zor olan, hız kazanırken standardı koruyabilmek. Daha da zor olan, hata olduğunda sorumluluğun nerede başladığını net tutabilmek. ‘AI yaptı’ cümlesi masum bir savunma gibi duruyor. Ama bu savunma kurumsal ve bireysel sorumluluk mimarisini bulanıklaştırıyor. Hata yapan sistem değil. Hatalı çıktıyı yeterince sorgulamadan kullanan yapı çöker.
Bu noktada sağlıklı yaklaşım ne mucize beklemek ne de hayal kırıklığına kapılmak. Asıl mesele, yapay zekayı nereye konumlandırdığımız. Son karar verici olarak değil, ön karar destekçisi olarak. Üretimi hızlandıran, seçenekleri çoğaltan ama doğrulama ve muhakemeyi insanda bırakan bir rol tanımı. Bu rol netleşmediğinde ilginç bir yanılsama ortaya çıkıyor. İlerleme var sanıyoruz ama aslında geri çekiliyoruz. Hızlanıyoruz ama yüzeyselleşiyoruz. Daha çok çıktı üretiyoruz ama daha az düşünerek.
Belki de önümüzdeki dönemin asıl sorusu şu olacak: Yapay zeka ne kadar ilerledi değil, biz beklentilerimizi ne kadar aşağı çektik. Çünkü çıtayı düşürmek bireysel bir adaptasyon. Çıtayı koruyarak hızlanmak ise kolektif bir irade gerektiriyor. Gerçek ustalık tam da burada başlıyor.