Peş peşe yaşanan gelişmeler, açıklamalar adeta başımızı döndürüyor. F-35’ten başlayın S-400’e uzanın. Ya da Doğu Akdeniz veya Suriye’ye... Türkiye’ye etkileri bakımından bu gelişmelere sıklıkla değiniyoruz. Ama bu kez daha az konuştuğumuz reel sektöre bir göz atalım. Üretim ve de tüketim cephesini ele alalım.
Önce üretim...
Deyim yerindeyse sanayi üretiminde, ‘kötünün iyisi’ni yaşıyoruz. Ne demek istiyorsun derseniz, anlatayım:
Sanayi üretimi geçen yılın altında seyretmeye devam ediyor. Ancak öte yandan açılan makas da kapanıyor. Ocak ayından bu yana fark azalıyor. Bu yılın başında sanayi üretimi geçen yılın yaklaşık yüzde 7 altındaydı. Şubat’ta 5, Mart’ta 4’ler seviyesine geriledi. Nisanda ise 2’nin altına indik. En son açıklanan mayıs ayında da farkın azaldığını görüyoruz. Dahası, mevsimsel etkilerden arındırılmış sanayi üretim endeksi bir önceki aya göre yüzde 1.3 arttı.
Şimdi sanayi üretiminde Haziran verisi gelecek. Muhtemelen ‘takvim etkisi’ni göreceğiz. Çünkü Haziran başında Ramazan Bayramı’nı kutladık. Uzun bayram tatillerinde, bazen çok soğuk geçen kış aylarında böyle gerilemeler görülebiliyor.
Kapasite kullanımına dikkat
Kapasite kullanım oranını, imalat sanayisindeki üretim düzeyi hakkındaki bilgiyi en erken zamanda verdiği için dikkatle izlemek gerekiyor. Son açıklanan Temmuz ayına ilişkin imalat sanayi kapasite kullanım oranın yaklaşık bir puan azalarak yüzde 76.2 düzeyine gerilemesi iç açıcı bir haber değil tabii...
Keza, Merkez Bankası’nın açıkladığı, Reel Kesim Güven Endeksi’nin Temmuz ayında 4 puandan fazla (4.2) düşmüş olması da öyle...
Ancak detaylara bakıldığında, gelecek 3 aydaki üretim hacmi ve gelecek üç aydaki toplam istihdam miktarına ilişkin değerlendirmelerin endeksi artış yönünde etkilediğini görüyoruz. Düşüş daha çok sipariş beklentilerinden kaynaklandı.
Ben sahadaki gözlemlerimden de, makasın yaz aylarında kapanmaya devam edeceği kanaatindeyim.
Eylülde üretimde artış bekleniyor
Eylülden sonra ise sanayi üretiminde yönümüzün yeniden yukarı doğru olması muhtemel. Geçen yıldan gelen baz etkisi de bu süreçte yardımcı olacak.
Geçen yıl ağustos ayında yaşanan kur şokundan sonra sanayi üretimi eylül ayında yüzde 2.7, ekimde ise yüzde 5.7 düşmüştü. Düşüş kasım ve aralık aylarında devam etmişti. Öyle ki, geçen yıl aralık ayında yıllık yüzde 9.8’lik, yani yüzde 10’a yakın bir düşüş gerçekleşti.
Bu yıl daha iyi sonuçlar bekleniyor. 2019’un son çeyreğinde pozitif rakamlar görmeye başlarız.
Tüketimde durum dalgalı
Ekonomideki durgunluk paralelinde perakende satış hacmi düştü. Takvim etkilerinden arındırılmış sabit fiyatlarla perakende satış hacmi mayısta bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3.7 azalarak düşüşünü 9’uncu aya taşıdı. Bu dönemde gıda, içecek ve tütün satışları yüzde 3, gıda dışı satışlar 2.3, otomotiv yakıtı satışları da yüzde 7.8 azaldı. Bunlar önemli rakamlar...
Üretimde geçen yılla makas kapanırken, perakende satışlarda da başlangıçta benzer bir seyir izlendi. Perakende satışlar ocakta geçen yılın yüzde 6.4, şubatta 4.9, martta yüzde 4.7 altında kaldı ama makas kapanma eğilimindeydi. Nisanda ise geçen yıla göre azalma yüzde 5.7 oldu. Mayısta ise makas yeniden kapanmaya başladı.
İç piyasada henüz durgunluk sürüyor. Haziran sonunda otomobil, mobilya, beyaz eşyada KDV ve ÖTV indirimlerinin sonlandırılmış olması da süreçten çıkışı zorlaştırıyor. Örneğin Temmuz ayı verisi açıklandığında, otomobil satışlarında ciddi düşüşler görebiliriz.
Gözlemlerimize göre, taksitli satışlarda vade artırımının olumlu etkisi sınırlı kaldı. Şimdi, Merkez Bankası’nın politika faizini 425 baz puan indirmesi bir umut oldu. İş dünyası devamını bekliyor. Tabii ki finansal istikrarı da bozmadan...
‘Güven’ henüz yerine gelmedi
Faiz indirimleri, Türk Lirası’na duyarlı sektörlerde, mobilya, otomotiv, elektronik, beyaz eşya gibi sektörlerde kısmi de olsa hareketlenme getirecek. Firmalarımız da kampanyalarla bu sürece destek oluyorlar.
Öte yandan, perakende satışlarda bir eğilime dikkat etmek gerekiyor. Evet, genel olarak perakende satışlarda azalma var. Ancak posta ve internet üzerinden yapılan satışlar yükselmeye devam ediyor.
Kritik konu, tüketici güveninin yerine gelmesi... Tüketici Güven Endeksi hesaplanmaya başladığı 2004 yılından bu yana en düşük düzeye bu yıl mayıs ayında inmişti. Temmuzda ise en düşük üçüncü gerçekleşme oldu. Endeksi yüzde 2 geriledi ve 56.5’e indi.
Bu sonuçta, reel gelirlerdeki düşüşün, halkın alım gücünü törpülemesi ve hayat pahalılığı önemli bir rol oynuyor. Fiyatlar yükseliyor ama enflasyona göre hesapladığınızda gelirler ‘reel’ olarak azalıyor.
Tüketimi sınırlayan bir başka öne çıkan faktör ise işsizlikteki artış... Evet, işsizlikte aylar bazında bir iyileşme var ancak yıllık bazda artış hala sürüyor. Hazirandan hazirana bakarsanız, son bir yılda 1.1 milyon kişi işini kaybetti.
Ekonomi düzeldikçe, enflasyon düştükçe, bu tablonun değiştiğini göreceğiz. Ama bu bir süreç alacak.
Türkiye sadece rakamla anlaşılamaz
Öte yandan, konu Türkiye olunca, ekonomik gidişatı sadece rakamlardan izlemek yanıltıcı olabilir. Bu farkın en önemli nedeni Türkiye’deki girişimci dinamizmidir. Bu dinamizm, rakamlarla ve formüllerle ifade edilemediği için istatistiklere yansımaz.
Rakamlara boş verip, aşırı bir iyimserlik tuzağına ya da ham hayallere kapılmak değil bahsettiğim. Aksine, riskleri belirlerken karamsarlardan daha gerçekçi olmak ama önemli olanın da fırsatlar olduğunu da bilmek gerekiyor.
Evet, sıkıntılar var. Uzadı da... Ama bu bizi hayata kara gözlüklerle baktırmamalı. Hele ki girişimcilerimiz, Amerikalı psikolog Martin Seligman, 1975’te ‘öğrenilmiş çaresizlik’ olarak tanımladığı ruh haline kendisini kaptırmamalı. Bu ruh haline girenler, her şeyden şikayet eder. Sürekli eleştirir ama çözüm üretmez. Bu kişiler, karamsarlık yaymaya, komplo teorileri üretmeye de yatkın olur.
Bütün zorluklara rağmen, en olumsuz koşullarda bile bir çıkış yolu bulmaya ve elinden geleni yapmaya çalışan girişimcilerimiz dün olduğu gibi bugün de Türkiye ekonomisinin en büyük umudu. 2001’e, 2009’a bakın... Girişimcilerimizin dinamizmi bugünkü sıkıntılı dönemden de çıkmanın ve büyümenin itici gücü olacak. Onların önümüzdeki toparlanma sürecine coşkuyla katılımı, Türkiye’nin ileriye doğru yeni hamlesinde çok kritik bir rol oynayacak. Öyleyse, nereye odaklanmamız gerektiği de belli...
İş insanlarımızdaki dinamizmin kaynakları
Uzun yıllar ekonomi basınında hizmet etmiş, iş dünyasına ilişkin araştırmalarıyla tanınan iktisatçı Faruk Türkoğlu, iş insanlarımızdaki dinamizmin başlıca kaynaklarını şöyle özetliyor:
Girişimci ruh
Krizlerde pişen ve geçmişin hatalarından ders alan iş insanlarımızın başarı açlığından kaynaklanan girişimcilik ruhu üretim ve ihracatın artışında başrolü oynuyor.
Eğitimli genç kuşak
Zor koşullarda şirketlerinin temelini atıp büyüten ‘kurucu babalar’ın yerine geçen ikinci, hatta üçüncü kuşak, daha eğitimli, dışa dönük ve atak olduğu için, iç ve dış pazarlarda büyüme şansını daha iyi değerlendiriyor.
Küresel zihniyet
Büyük bir imparatorluğun mirasçıları olarak farklı kültürlerden olan insanlarla birlikte yaşamak ve iş yapmak konusunda epey deneyimimiz var. Türkiye’nin coğrafi konumu da bu deneyimin hayata geçirilmesine katkıda bulunuyor.
Ribaunt yeteneği
Kırılgan ruh hali nedeniyle arada bir tökezliyoruz ama girişimcilerimiz sıkıntılı bir dönemden sonra kendilerini çabuk toparlıyor. Kriz yıllarının hemen ertesinde yüksek büyüme hızlarına ulaşılıyor. Marmara’da 1999 depreminden hemen üç ay sonra, deprem öncesi kapasite kullanım oranlarına ulaşılmıştı.
Uyum becerisi ve esneklik
Hızlı değişim dönemlerinde ancak değişen ortama ve yeni oyun kurallarına uyum sağlayanlar varlıklarını sürdürebiliyor. Dünya görüşü ve hayat tarzı açısından en gelenekçi girişimcilerimiz bile, ekonomideki yeni trendlere kolayca uyum sağlayabiliyor.
Cesaret
Ekonomide devlet desteğinin giderek azalması, girişimcilerimizi gerçek bir kapitalist gibi cesur olmaya zorluyor. Bu cesaret zamanla, gözü kara bir iş yapma biçiminde, riskleri de dikkate alan aklı başında bir dinamizme dönüşüyor.
02 Ağustos 2019 Cuma