HAKAN GÜLDAĞ
com
Ekonomideki temel hedef refaha ulaşmaksa, yolu da kalkınma... Gelin görün ki, ekonomik kalkınmanın bir reçetesi yok. Reçetesi olmadığı gibi genel olarak üzerinde uzlaşılmış bir tanımı dahi yok.
Kalkınma için bazen bir sektör öne çıkarılır. Mesela, Türkiye’nin tekstil, makina, tarım ya da bir başka sektöre ağırlık vererek kalkınacağı öne sürülür. Bazılarımız da örnek alınması gerektiğini düşündükleri bir ülkeyi öne çıkarır.
Son dönemin en başarılı örneklerinden biri olarak gösterilen Güney Kore’den bir profesör, ekonomik kalkınmayı, “bir ekonominin üretim becerilerindeki artışa dayalı ekonomik büyüme süreci” olarak tanımlıyor. Cambridge Üniversitesi’nin kalkınma iktisadı hocası da olan Profesör Ha-Joon Chang ise sözlerine şunu da ekliyor: “Üretim becerileri az olan bir ekonomi, ürettiklerinin değerinden bile emin olamaz.”
KALKINMADA TEKNOLOJİK DEĞİŞİMİN ROLÜ
James Watt’ın buhar makinası, Abraham Darby’nin çelik yapımındaki kok eritme tekniği, düşünün ne çok şey değiştirdi. Ya da John Kay’in 18. yüzyılın başındaki tekstil dokuması için atkı mekiğini icat etmesi...
Sürekli olarak daha iyi teknolojiler, daha iyi makina ve kimyasal işlemler icat eden insan, adeta sonsuza uzanan bir teknoloji zinciri oluşturarak dünyayı değiştiriyor.
Tanımlar, reçeteler farklılaşsa da görünen köy kılavuz istemiyor. İster sektör bazında ele alalım, istersek de ülke bazında, hiç şüphesiz ekonomik kalkınmanın temelini teknolojideki değişiklikler oluşturuyor. Bu, Türkiye için de geçerli. Türkiye, gerçek bir teknoloji ülkesi olduğunda kalkınacak. Sanayisi de, ticareti de güçlenecek.
İCATLAR GİDEREK KOLEKTİF YAPILARA KAYIYOR
Her şey gibi teknoloji üretimi de değişiyor. Fark etmişsinizdir, bu sıralar yeni teknoloji ortaya çıktığında, artık o icatla ilgili ‘mucit’ isimlerine pek rastlamıyoruz. Bilim ve teknoloji üretmek giderek karmaşık ve bir çok disiplini içeren bir hal aldı. Tek tek bireylerin bu karmaşıklığın üstesinden gelerek ‘icat çıkarması’ zorlaştı. Şimdi, teknolojide ve teknolojik yenilikleri ticarileştirmede yapılar öne çıkıyor. Şirketler, Ar-Ge ile de bütünleşerek yeni teknolojiler üretmek için becerilerini geliştiriyor. Bilimsel araştırma enstitüleri yükseliyor.
Hatta son BioNtech-Pfizer örneğinde görüldüğü gibi, start-up’lar ile dev şirketlerin işbirliği artık Ar-Ge’yi de farklı bir aşamaya taşıdı. Bugün, teknolojik gelişmeler, tek tek mucitlerin bireysel çabalar ve gelen ilhamla ulaştıkları icatlarından çok, şirketlerin, devletlerin, enstitülerin, organize ve kolektif çabalarının bir sonucu. Teknolojik gelişmeye zemin hazırlayan eko-sistem bugün dünden çok daha önemli...
KENDİ KENDİNİ EKEN BİR ORMAN GİBİ...
Duayen ekonomi gazetecisi Faruk Türkoğlu, bir Dünya yayını olarak çıkan ‘Neden Geç Kaldık? Nasıl Yetişiriz’ kitabında, Hikmet Birand’dan bir alıntı yapar. Ünlü botanikçimiz Hikmet Birand, Alıç Ağacı ile Sohbetler kitabında, alıç ağacının ağzından bir ormanın nasıl geliştiğini şöyle anlatıyor:
“Bak dinle, teker teker ağaç dikmekle orman olmaz (...) tutmazlar, çoğu tutmaz ya, tutsa bile gene olmaz, çünkü orman kendi kendini eken, kendi kendini yetiştiren bir birliktir. Bir yerde onun gelişmesi için uygun ortam hazır mı, o kendi kendini yaratır.”
DAYATMAYLA OLMAZ, ‘OCAK İÇİNDEN TUTUŞUR’
Gelgelelim, orman gibi kendi kendini eken bir eko-sistemin oluşmasına zemin hazırlamak, gerek şart olsa da yeter şart değil. Teknolojik düzey kendiliğinden yükselmiyor. Sistemli ve sürekli çalışmalar gerektiriyor.
Aynen bir tohumun filizlenip bir bitkiye ya da ağaca dönüşmesi gibi... Tohumu ektikten sonra elinizi toprağa atıp onun bir filiz olarak çıkaramıyorsunuz. Onun kendi kendine büyümesi gerekiyor. Dışarıdan dayatmalarla olmuyor. Atasözümüzde denildiği gibi ‘ocak içinden tutuşuyor.’
Ne tek başına akıl, ne tek başına para... Teşvikler önemli ama onlar da çoğu kez kendini besleyen bir eko-sistemin oluşması için yeterli değil. Hatta eğer, teşvikleri bitkiye verilen suya benzetirsek, bazen fazla sulamak tohumun filizlenmesi yerine çürümesine yol açabiliyor. Öyle ya, bir bitkinin sağlıklı biçimde yetişeceği bir eko-sistem için de can suyunun yanı sıra, uygun ısı, nem, ışık gerekmiyor mu
TEKNOLOJİDE ATILIMIN TAM ZAMAN
Eğri oturalım doğru konuşalım, bilime ve mühendislik becerilerimize dayanan teknoloji üretimi henüz ülke çapında yaygın bir eko-sisteme dönüşemedi.
Hiç şüphesiz, Türkiye’deki üniversitelerde ve diğer araştırma kurumlarında temel bilimlerdeki bilgi birikimine katkı yapanların sayısı artıyor. Yeni teknolojileri geliştiren mühendislerimiz de var.
Öte yandan, zaman zaman medyaya da yansıyan, televizyon kanallarımızda haber olan bilim insanlarımızın, mühendislerimizin gurur verici başarı öyküleri, bozkırdaki ağaçlar gibi tek veya sınırlı sayıda kalıyor. Hala kritik alanlardaki bazı bilim adamlarımız başarıya ancak dış ülkelerde ulaşabiliyor.
Oysa, son dönemde daha fazla ihtiyacını hissettiğimiz yeni bir başarı öyküsü için tam da ihtiyacımız olan bu. Dünyadaki gelişmeler de bu başarı öyküsünü yazmamız için uygun bir zemin oluşturuyor.
Yeni sanayi devriminin ortaya çıkardığı yeni teknolojiler, biyoteknoloji, nanoteknoloji, robotik teknolojileri ve diğerleri, sektörlerimizin teknolojik yenilenmesinde bir atılım başlatmasını sağlayacak imkanları sunuyor. Tekstil, gıda, mobilya, beyaz eşya, hangi sektör olursa olsun... Geleneksel sektörlerimizin yeni teknolojilere intibakını sağladığımızda, kalkınmada büyük bir mesafe alacağız.
GÜNEY KORE GİBİ SEKTÖR SEÇMEMİZ GEREKMİYOR
Bu çağda bizim Güney Kore gibi sektör seçmemize de ihtiyaç yok artık. O eskidendi… Şimdi dönem teknoloji platformları seçme dönemi. Çünkü bu teknolojilerin her biri, sektörleri bir bütün olarak dönüştürme kabiliyetine sahip.
Mesela nanoteknolojiyi, dijitalleşmenin imkanlarını da kullanarak, hemen her sektöre uygulamak mümkün. Tekstile de, gıdaya da... Ya da ulaştırma sektörüne de, sağlık sektörüne de... Nanoteknolojiyi devreye sokarak, üretimde çıtamızı yukarıya taşıyacak yüksek teknolojili ürünleri de hızla üretip ihraç edebiliriz.
Tam da jeopolitik gelişmelerin ve dünya tedarik zincirlerinde meydana gelen hasarların Türkiye’ye avantaj sağladığı bir dönemde, teknoloji düzeyimizi yükseltecek bir ‘yeniden sanayileşme’ hamlesi bize yeni bir kalkınma coşkusu sağlar. Ekonomimizi, hızını kesen ayak bağlarından kurtarır. Böylelikle, dış ticaret ve cari işlemler açıklarımız kısa sürede azalır.
TÜRKİYE’NİN TEKNOLOJİK PERFORMANSI
Türkiye’de teknoloji kullanımına göre sektörlerin durumu şöyle:
Düşük teknolojinin payı geriledi: Gıda, tekstil, mobilya ve kağıt gibi sektörlerin bulunduğu düşük teknoloji ürünlerinin ihracat içerisindeki payı, 2000 yılında yüzde 51.5 iken 2020 yılında yüzde 33.5’e geriledi. Bu grupta sanayideki işgücümüzün yüzde 52’si istihdam ediliyor.
Orta düşük teknolojide artış: Çimento, demir-çelik, cam-seramik, tesislerinin ve de petrol rafinelerinin bulunduğu bu grubun toplam ihracat içindeki payı 2020’deki yüzde 20.5 düzeyinden 2020’de yüzde 27.2’ye yükseldi. Bu grupta yer alan sektörlerin sanayii istihdamı içindeki payı yüzde 27.1.
Orta yüksek teknolojide atılım: Elektrikli makinalar, otomobiller, askeri savaş araçları imalatı, takım tezgahları gibi sektörlerin yer aldığı orta yüksek teknolojili ürünlerin ihracattaki payı, 2000 yılında yüzde 20.4’ten 2020 yılında yüzde 35.6’ya yükseldi. Bu grubun istihdamdaki payı yüzde 18.5.
Yüksek teknolojide patinaj: Bilgisayar, optik cihazlar, telekomünikasyon cihazları, havacılık ve ilaç gibi sektörleri içeren yüksek teknoloji ürünlerinin ihracattaki payı 2000 yılında yüzde 3 düzeyinde iken 2020 yılına gelindiğinde ancak yüzde 3.4’e yükseldi.
Görünen o ki Türkiye, son 20 yılda bazı sektörlerde teknolojik düzeyini yükseltti. Mesela düşük teknoloji ile ürettiğimiz ürünlerin payı yarıdan fazlayken, üçte bire indi. Yine de daha gidecek çok yolumuz var. Bu oran, gelişmiş ülkelerde yüzde 20’nin epey altında. Tabii, düşük teknolojili sektörlerin istihdamdaki payı düşünüldüğünde, çok hızlı dönüşümler, farklı sıkıntılara da yol açabilir. Bu sektörler halen işsizliğin azaltılmasında önemli rol oynuyor.
19 Ağustos 2022 Cuma