HAKAN GÜLDAĞ
Son dönemde şirketler en çok neye odaklanıyor derseniz, ‘finansmana erişim’ derim. Aslına bakarsanız, yükselen enflasyonla kıyaslayınca, düşük faiz seviyesi nedeniyle kredi maliyetinin oldukça uygun olduğu bir ortamdayız. Ama finansmana erişimde önemli sıkıntılar var.
Özellikle bankaları, kullandırdıkları kredilere uyguladıkları faiz oranları yönünden zorlayan uygulama, faizlerin aşağıya gelmesinde etkili oldu. Aksi halde yüksek karşılık ayırmak veya Hazine kağıdı almak zorunda kalan bankaların kredi faizleri eylülden itibaren düştü.
Gelgelelim, faizler düştü ama kredilerde büyük bir sıkışıklık oluştu. Kredi bulmak zorlaştı. Bulunabilen kredilerin de vadeleri çok ama çok kısaldı. Şu sıralarda, sabit faizli krediler en çok 60 ila 90 gün vadeli. Bir başka deyişle 3 aydan daha uzun vadeli sabit faizli kredi yok denecek kadar az.
Ekonomi yönetimi ve genel olarak kamu, bir yandan ekonominin büyümesini sürdürebilmesi için piyasayı canlı tutmaya çalışıyor, bir yandan da kredi kullanımının artması enflasyonu olumsuz etkileyeceğinden, belirli faiz seviyesinin üstündeki krediler için ek maliyetler getirerek kredi büyümesini de engelliyor. Nitekim, kredi hacmine ilişkin rakamlar da bunu doğruluyor. Son dönemde, kredilerin büyüme hızı yüzde 10’un altına geriledi. TÜİK’in açıkladığı tüketici fiyatlarıyla enflasyonun yüzde 83’ü aştığı, İTO’nun açıkladığı Ücretliler Geçim Endeksi’nin yüzde 107’yi bulduğu bir ortamda bu son derece düşük bir artış. Böyle bakınca, şirketlerimizin bırakalım yatırımı, sadece artan işletme sermayesi ihtiyaçları nedeniyle dahi karşılaştıkları finansman zorluklarını tahmin etmek zor değil.
Özetle, döviz kredilerine erişim epey zamandır zaten zordu. Şimdi alınan son kararlarla Türk Lirası krediye erişim de zorlaştı.
Şirketler şu sıralarda ancak ‘maliyet finansmanı’ denilen, fatura karşılığında kredi kullanabilir haldeler. Bu da toplam kredi ihtiyacını dengelemekten çok uzak.
SIKIŞMA PİYASA KREDİSİNİ DE ETKİLİYOR
Kredi arzındaki daralma oldukça ciddi riskleri de beraberinde getiriyor. Şirketler bankalardan finansmana yeterli düzeyde erişemeyince, birbirine olan piyasa kredisini de kısmak zorunda kalıyor. Doğrusu, reel sektörün bankalardan kullandığı kredi hacmi 10 ise şirketlerin birbirleriyle olan tedarik işlemlerinin hacmi 20. Dolayısıyla, kredi sıkışması tedarik sisteminin sürdürülebilirliğinin de önüne engel oluyor. Piyasa kredilerinde de vadeleri daraltıyor. Giderek daha fazla peşin çalışma ortamı, kâr marjlarının kısılmasını da beraberinde getiriyor.
Ayrıca, bankacılık sektöründe uygulaması yaygınlaşan taksitli krediler, limitleri rotatif olarak yeniden kullandırılmadığında, reel sektörün nakit akışını bozucu etki yapıyor.
YENİ FİNANSAL ÜRÜN ARAYIŞLARI
Sorunlar ortada...
Peki, çözüm için ne yapılıyor, neler yapılabilir?
Gördüğüm kadarıyla, reel sektörden yükselen seslerle birlikte geçen hafta itibariyle hükümet de bu konuyu gündemine aldı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında toplanan Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısında konu masadaydı.
Toplantı sonrasında yapılan açıklamada, “Arz güvenliğinin finansmanı kapsamında, bütçe imkanları çerçevesinde verilen desteğin yanı sıra ilgili kurum ve kuruluşların alternatif finansman enstrümanlarını da etkin bir şekilde kullanılması kararlaştırılmıştır” denildi.
Yine geçen hafta Resmi Gazete’de yayımlanan katılım bankalarına ilişkin ‘strateji’ değişikliği de yeni finansal ürünlere ilişkin ipuçları taşıyordu. Keza, Meclis gündemindeki torba kanunda da şirketlere finansman bakımından avantaj sağlayabilecek maddeler bulunuyor.
Anlaşılan reel sektörün finansman ihtiyacına yönelik düzenleme ve tedbirlerin arkası gelecek. Oluşan riskler göz önüne alındığında gelmesi de lazım. Doğrusu bu haberleri okuyunca, hem kamu hem de özel bankalarda üst düzeyde görev yapmış tecrübeli bir bankacımızın kısa süre önce yaptığımız sohbette söyledikleri aklıma geldi. Atılacak adımlara faydası olabilir düşüncesiyle paylaşmak istedim.
TECRÜBELİ BANKACININ TESPİT VE TAVSİYELERİ
30 yılı aşkın birikim ve deneyimleriyle bankacımızın piyasadaki kredi sıkışmasına ilişkin tespit ve önerileri şöyle:
* Limiti onaylanmış, teminatı buna göre oluşmuş olmasına rağmen kredi kullanım imkanları zorlaşıyor. Vadeye bağlı faiz riskinin ‘hedge’ edilmesini sağlayacak ve düşük maliyetli ve yaygın kullanımlı ‘future kontratların’ sübvanse edilmesi lazım.
* Kredilerin sistemi tıkayan ana parametrelerinden biri, ekspertiz raporları. Lisanslı eksper uygulamasının kalitesini geliştirecek nitelik ve niceliksel düzenlemeler şart.
* Enflasyon değerlemesi uygulamasında geç kalındı. ‘Görülen’ ile ‘gerçek’ arasındaki makası daraltmak elzemdir. Krediye erişimin önündeki engellerden biri budur.
* Özellikle marka ve lisans değerlerinin mali tablolarda olması gereken değerlerini oluşturacak yasal düzenlemelere ihtiyaç var.
Ezberlerimizi gözden geçirmemiz lazım
* Ezberletilmiş doğruları konjonktüre göre yeniden değerlendirmek lazım. Kelime anlamı olumsuz olmamakla birlikte, kötü algı oluşturan refinansman uygulamasında bankaları teşvik edici düzenlemelere ihtiyaç var. Son 3-4 yılda tüm parametreler değişti.
Birçok işletmede fizibilite bozuldu. Kartları karıştırıp yeniden dağıtmayı sağlayacak refinansman ürünü yaygınlaşmalı.
* Kredilere 3 ayda bir faiz tahakkuk ettirip, faizi tahsil etmek yasal mecburiyet değil, alışkanlıktır. Faiz yükünün bir kısmını tahakkuk ve tahsil etmeden reeskont edip biriktirerek uzun vadelere yaymaya engel yok, alışkanlıklar var.
* Güncel konjonktürde 5-7 yılda kendisini itfa edebilecek bir sektör yoktur. Çok daha uzun vadelerin uygulanabileceği fiyatlama yöntemleri geliştirilmeli.
* Girişim sermayesi fonu yaklaşımının geliştirilerek, yerel ihtiyaçlara uyarlanması elzemdir. Bankaların da ortak olacağı ve sektörel uzmanlaşmanın sağlanacağı bir ‘Aktif Yönetim Şirketi’ uygulamasıyla, ülke için kritik öneme sahip şirketlerin kredilerinin iştirake dönüştürülmelerini teşvik edecek yöntemler geliştirilmeli.
* Yatırım bankaları ile katılım bankalarında olan ama ticari bankalarda olmayan leasing yetkisinin hiçbir anlamı yok. Bu dönemde en çok başvurulacak finansman ürünlerinden biridir ama toplam kredi riskinin yüzde 85’ini taşıyan ticari bankaların leasing yetkisi yok.
Bu bankaların leasing iştirakleri küçük ve fonlama sorunları nedeniyle işlevsel değiller. Ticari bankaların leasing yetkisi olmadığı için şirketlerimizi rahatlatmak amacıyla sıkça kullanılabilecek en etkin yapılandırma ürünü olan ‘sale and lease back’ ürünü de kullanılamıyor. Dikkate değer bir durumdur.
FİRMALARIMIZI KORUYACAK ÖNLEMLER
Bankacı dostumuz sohbetimizde, ‘hem kamu-özel sektör işbirliği kapsamındaki büyük projelerin hem de özel sektör projelerinin önemli ölçüde azaldığına’ da dikkat çekti. Bu projelerin finansmanı konusunda yurt dışı finansman kapılarının neredeyse tamamen kapalı olduğunu da söyledi. Belki işin o boyutunu da bir başka Eko-Mercek’te ele alırız.
Özetle, gidişattan ve sohbetimizden benim anladığım şu:
Evet, ihracata ve yatırıma dönük krediler devrede ama bu alanların dışında da krediye ihtiyaç yüksek. Ve şirketlerimiz ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde finansmana erişemiyor. Şimdi bu sorunu aşacak yeni finansal arayışlar gündemde.
Bu arayışların, mevcut şirketlerimizi, dolayısıyla istihdamı koruyacak şekilde bir an önce uygulamaya dönüşmesinde büyük yarar var.
Malum, dünya ekonomisinin durgunluğa doğru gittiği bir ortamda bu kış zor geçecek.
YENİDEN YAPILANDIRMADA ÜRÜN EKSİK
* En önemli konulardan biri de ‘yeniden yapılandırma’ ürününün eksikliği. Var olanın kullanımı zor. Finansal Yeniden Yapılandırma Sistemi kapsamına girerek yapılandırılan firmalara adeta cüzzamlı muamelesi yapılıyor. Ortada bir algı bozukluğu var. Neredeyse yeniden yapılandırma ile konkordato kapsamındaki mahkeme kararıyla yapılandırma aynı değerlendirilecek bir algı sorununa dönüştü. Bunun çözülmesi lazım. Yeniden yapılandırma, alacaklıların gönüllü olarak katılımı olan bir modeldir. Alacaklı banka istemediğinde reel sektörü çok zorluyor. Dolayısıyla yapılandırma ürününün farklılaşmasına ihtiyaç var.
* Sermayesini yitirmiş olana dahi, sermaye enjeksiyonu mümkün. Makul bir ‘hair cut’ ile ayağa kalkma ihtimali olan şirketlerimizi ayıracak finansal ürünlerin geliştirilmesi lazım.
* Sermayesini yitirmemiş olup da vade uyumu ve gelir-gider dengesini sağlayabilmek için zamana ihtiyacı olan şirketlerimize, fizibilite raporuna dayalı olarak bankaları zorlayıcı model lazım. Günümüzde 7-10 yıl vadede düzelebileceği bağımsız fizibilite raporu ile netleşmiş olan firmalarda bile (TLREF ile dahi) yapılandırma süreçleri 6 ila 9 ayı buluyor.
* Makul bir ‘vade-teminat-fiyat’ yapısı kurulduktan sonra yapılandırma kararı alacaklı bankaların insafına bırakılmamalı. FYYS küçük modelin büyüklüğü 2018 parametreleri ile toplam mali borç 25 milyon TL iken bugün en az 15-250 milyon lira olmalı ve yaygın-seri yapılandırma ortamı sağlanmalı.
07 Ekim 2022 Cuma