tatil-sepeti
Prof. Dr. Nurullah GÜR

Prof. Dr. Nurullah GÜR

Diğer Yazıları

Doç. Dr. Nurullah Gür

Yıl sonu yaklaşırken küresel piyasalardaki belirsizlik seviyesi azalıyor. Salgına karşı geliştirilen aşılar ve sonuçlanan ABD başkanlık seçimleri, belirsizlik bulutlarını dağıtan ana faktörler. Küresel belirsizliklerin azaldığı son haftalarda uluslararası yatırımcıların gelişmekte olan ülkelere (GOÜ) olan yatırım iştahının arttığına şahit oluyoruz. Merkez bankaları salgın döneminde para musluklarını açınca küresel likidite bollaşmıştı. Şimdilerde bu bol likidite yavaş da olsa GOÜ’lere kayıyor. Türkiye de bundan nasibini alıyor. 9-27 Kasım tarihleri arasında 1.8 milyar dolarlık net yabancı sermaye girişi var. Eğer jeopolitik risklere ve salgının gidişatına dair beklenmedik gelişmeler yaşanmazsa, GOÜ’lere yönelik bu ilginin 2021’de artarak devam etmesi bekleniyor.

VERİMLİ YATIRIMA DÖNÜŞÜYOR MU?

Buradaki en önemli mesele, ülkelerin yabancı sermaye girişlerini ne derece verimli yatırımlara dönüştürebilecekleriyle ilgili. 2008’deki küresel finans krizinden sonra Türkiye’ye gelen yabancı sermaye etkin biçimde değerlendirilemedi. Ekonomik büyüme ile verimlilik artışı arasındaki bağlantı koptu. Büyüme, kısa vadeli sermaye girişine ve kredilere bağımlı bir hale geldi. Cari açık patladı. Reel sektörün döviz cinsinden borcu arttı. Döviz geliri olmayan ve finansal risklerini profesyonel biçimde yönetmeyen şirketler de buna dahil.

Bu süreç, bizi 2018’deki kur şokuna kadar götürdü. Reel sektörün net döviz açık pozisyonu Mart 2018’de 222.5 milyar dolarla zirveyi görmüştü. Kur riskinden bunalan reel sektör, o günden bugüne döviz cinsinden yükümlülüklerinden bir an önce kurtulmanın peşinde. Bu konuda belli bir mesafe kat edildi. Kademeli azalışlar sonrasında bugün reel sektörün net döviz açık pozisyonu 162.2 milyar dolara kadar indi.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME İÇİN

Yabancı sermayeyi sadece kolay ve ucuz para olarak görmemeliyiz. Kısa vadede büyümeyi canlandırma peşinde koşmamalıyız. Sermaye girişlerini Türkiye ekonomisine orta ve uzun vadede gerçek anlamda katkı sağlayacak yatırım alanlarına ve sektörlere yönlendirmeliyiz.

Bir taraftan da reel sektörün dış borç yükünü mümkün olduğunca hızlı şekilde makul seviyelere indirmeliyiz. Zira, GSYH’nin yüzde 69’una denk gelen reel sektörün borç yükü, bizim gibi GOÜ’lerin oranlarına kıyaslandığında yüksek kaçıyor.

Gelecek senenin bizim gibi ülkeler için yabancı sermaye girişleri noktasında parlak geçebileceği ihtimali, bunun uzun yıllar devam edeceği anlamına gelmiyor. 2022’de mi yoksa 2023’de mi bilinmez ama belli bir süre sonra gelişmiş ülkelerde faizlerin yeniden yükseleceğini ve büyük merkez bankalarının koronavirüs salgını boyunca piyasalara pompaladıkları trilyonlarca doları geri çağıracaklarını unutmayalım.

Dolayısıyla, ülkemize çekebileceğimiz her bir dolarlık yabancı sermayeyi ekonomi açısından verimli alanlara yönlendirdiğimizden, mümkün mertebe uzun vadeli sermaye çektiğimizden ve reel sektörün kur riskini ve borç yükünü taşınabilir seviyelere indirdiğimizden emin olmalıyız. Bunu gerçekleştirebilirsek rakiplerimizden ayrışırız ve daha sürdürülebilir bir büyüme performansı yakalarız.

11 Aralık 2020 Cuma