Ülke olarak her siyasal parti ve lideri açısından birçok dersin olduğu bir seçim yaşadık. Sonrasında da beklendiği üzere herkes aklını konuşturma konumuna geçti. Seçimden sonraakıl verençok olurmuş. Yazanlara, çizenlere, ekranlarda konuşanlara, sosyal medya ve gruplarına, mahallesindenutuk atanlara ve bu alanda bilumum yerlerde emek sarf edenlere çok dikkatlice baktığımızda seçim sonrasıakıl verenlerebizatihi tanıklık etmiş oluruz. Bu yazıda aslında konumuz; akıl vermek ve onun stratejisine üzerine değil tam tersine bilumum mecralarda üretilen akıllardan nasıl yararlanılabileceğine dair olacaktır. Yani burada işimiz; akıl vermek değil akıl almak üzerinedir.
Öncelikle seçim sonrası akıl verme dinamiğinin hızla yükselmesinin nedenleri üzerine bir kaç kelam etmekte yarar var. İlk tespitimiz; ortamın müthiş zenginliğidir. Seçimden yeni çıkılmış, yaşanılanlar hızlı ve heyecanlı bir şekilde yaşanmış, ülkede teorik düzeyde konuşulmamış ve çözülmemiş problem kalmamış bir ortamın mevcudiyeti söz konusudur. Bu nedenle fikirler havada uçuşuyor ve herkes üretken bir konumda. Yani dehşet besleyici bir ortamla karşı karşıyayız.
Eskilerinimal-ı fikirdedikleri yani; orijinal, özgün ve yararlı fikirler üretmek olan işi kastediyoruz ki bu başlı başına özel bir kabiliyet ve değer verilen bir boyut olarak görülürdü. Yine eskiden fikrimizi sunacak bu kadar çeşitli mecralara sahip değildik. Bu nedenle fikir vardı ama görünürlüğü bu denli yüksek değildi. Besleyici ortam çok yereldi. Şimdi mecraların sayısı adeta uçsuz bucaksız hale geldi. Her birimiz fikrimizi beyan edebileceğimiz mecraya sahibiz ve bu husus işin en kolayı. Zor olanı ise her zaman olduğu gibiimal-ı fikirsahibi olabilmektir aslında. Yanılgımız; mecra bulmak kolay olduğu için imal-ı fikir etmeyi de basite indirgememiz, ucuzlatmamızdır.
AKIL ALMANIN ZORLUĞU
Akıl vermenin bireyselliğini ve subjektifliğini düşündüğümüzde akıl almanın stratejisinin ne kadar zor ve önemli olduğu ortaya çıkar. Seçimlerle ilgili düşünüyorsak eğer bir siyasi irade ve kurum akıl almak gibi bir niyeti usulen değil gerçekten taşıyorsa seçim sonrası zengin ortamdan yararlanmak müthiş akılcı bir iştir. Bu alanda her kurum kendine özgü bir metodoloji geliştirebilir. Bütün mecralarda ortalığa sürülen akılları bir usul ile biriktirilip analiz yapabilir. Sözlerin heyecanı ve geçiciliği ayıklanarak işin özü bir potada biriktirilir. Kendi yaklaşımlarıyla bu bilgileri sınıflandırıp yararlı ve kullanılabilir konuma getirebilirler.
Biz toplum olarak meseleleri sıcağı sıcağına konuşmayı ve fikir üretmeyi iyi yapabilen bir yapıya sahibiz. Önümüze bir hedef koyduğumuzda ise süreçleri çok kısaltabilme yönünde kabiliyetimiz var.Fikir üretebilen yani imal-ı fikir edebilen bir toplum olmak kadar, akıl alan bir yanımızın olması da kayda değerdir. Hatta daha da önemlidir. Akıl vermeyi sevdiğimiz kadar akıl almayı da içselleştirmemiz gerekir. Maalesef bu yanımız zayıf görünmektedir. Yani akıl almanın metodolojisini geliştirmek ve bunun ciddi bir ihtiyaç olduğunu içselleştirmemiz çok inandığımız bir husus değildir. Havada uçuşan fikirlerin ayağının yere basması ve bir yarara dönüşmesi için bunu başarmamız gerekir.
Bilindiği üzere ülkemiz seçim sonrası halkın tercihi olarak yeni bir devlet düzeni ve işleyişi arifesindedir. Bu açıdan da güçlü bir teori ve pratik birlikteliği ve düzgün bir işleyiş ortaya çıkarabilmek için akıl alma metodolojisini işletmek gerekmektedir. Bu aynı zamanda dolaylı olarak katılımcı bir yaklaşımı da ortaya çıkarmış olur. Bu işin kâmil manada yapılabilmesi için de güçlü bir metodolojik akla ihtiyaç bulunmaktadır. Tabi ki bunun olabilmesi için; akıl almanın bir ihtiyaca tekabül ettiğini benimsemek ve gereğini yapmak gerekmektedir. Çok büyük bir akıl zenginliğinin boşa gitmemesi, toplum adına ticari ve siyasi yarara dönüşmesi için kolay yoldan bunu başarmak zorundayız.