Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili
Ülkemizin en zeki çocukları yıllardır büyük çoğunlukla tıp fakültelerini tercih ettiler. Hem de hekimlik mesleğine kabiliyetleri olup olmadığına bakmaksızın. Hepimizin bildiği bir gerçek; bu tercih öğrencilerden daha çok mesleğin popülerliği, ailelerin yönlendirmesi ve çevresel koşulların etkisi ile oldu. Başarılı olanlar, sevmeyerek mesleği yapanlar ve az da olsa terkedenler oldu. Bunların hepsi gerçek ama tıp eğitiminin bu sayede gerçekten iyi bir noktaya gelmesi de başka bir gerçek.
Yine bu durumu eleştirenler, doğru bulanlar, aileleri suçlayanlar, tartışanlar oldu ama sonuç olarak; ‘olan’ bu idi. Bu bakış açısı ile ülkemizde üniversitelerin yayılımına muvazi olarak tıp fakülteleri de yaygınlaştı. Açılan her üniversite çok büyük çoğunlukla tıp fakültesi ile başladı. Bu; tek üniversiteli şehirlerde aynı zamanda şehrin bir ihtiyacı olarak da kurgulandı. Fakat işin bir de işletmecilik boyutu vardı ki, bunu başaranlar, başaramayanlar oldu.
SAĞLIK ÜNİVERSİTELERİ
AK Parti iktidarı ile sağlık bir bütün olarak tek elden yürütüldü ve eksikler, eleştiriler olsa da iyi işleyen bir sisteme dönüştürüldü. Hızlı bir şekilde işin sağlık alt yapısı, insan kaynağı, fiziki durumu, ilaç boyutu ve teknolojisi açısından müthiş bir gelişme gösterdi. Yine çok tartışılan şehir hastaneleri de bu dönemde bir bir devreye girdi.
Bu gelişmelere muvazi olarak sadece sağlık eğitimi veren üniversiteler açılmaya başladı. İlki İstanbul’da açılan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kütahya’da da açıldı. Vakıf üniversitelerinde de bu anlayışın belli bir yeri bulunuyor. Bezmialem Vakıf Üniversitesi gibi tamamen sağlık eğitimi yapanların yanında ağırlıklı olarak bu eğitimi yapan üniversiteler de var.
Şimdi bu gelişmeler ışığında koronavirüs salgını sürecinde ülke olarak yaşadıklarımıza bir göz atalım. Toplumun bütün kesimleri bu sürecin çok iyi yönetildiği konusunda ittifak etmiş durumda. Başta hekimlerimiz olmak üzere bütün sağlık çalışanları, bilgi ve tecrübelerine ‘fedakârlık’ unsurunu da ekleyerek üstün bir performans gösterdi. Sağlık sistemimiz sendelemedi, çökmedi, diğer güçlü diye bildiğimiz ülkelerin aksine dimdik ayakta kaldı ve dünyaya örnek oldu.
Bunu neye borçlu olduğumuzu gayet iyi biliyoruz aslında. Tabii ki öncelikle iyi yetişmiş, potansiyeli yüksek, mesleğini seven, fedakârlığı içselleştiren insan kaynağına, sonra ise sağlık altyapısı ve iyi bir koordinasyon içinde görev yapan başarılı yöneticilerimize. Ve tüm bunlara liderlik eden Cumhurbaşkanımıza.
TÜRKİYE PRESTİJ KAZANACAK
Şimdi sağlık eğitiminin geleceğine yönelik projeksiyon yapmaya çalışalım. Ülkemiz bu süreci bugün olduğu gibi başarı ile noktalayabilirse -ki olağanüstü bir aksilik olmaz ise bu şekilde sonlanacak görünüyor- dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile büyük bir prestij kazanacak. Kendi bölgesinde zaten bir merkezdi ama Avrupa’dan da bu çerçevede bir yönelim olacak. Bu işin ticari, sağlık turizmi boyutu önemli elbette ama devamlılık açısından eğitim boyutu çok daha önemli. Bilindiği üzere sağlık eğitiminde teori ve pratik birlikteliği, olmazsa olmaz konumunda. Dolayısıyla eğitim ve hastane birlikte varolmak durumunda.
Pandemiden sonra ülkemizde sağlık eğitimi cazibesini oldukça artıracak görünüyor. Çevre ülkelerden sağlık alanında eğitim alma talebinde de ciddi bir artış bekleniyor. Bu alandaki altyapımız iyi olduğu için ‘nitelikli öğrenciyi seçmek koşulu ile’ ülkemiz adına yararlı olabilir. Dolayısıyla hem devlet hem de vakıf üniversitelerimiz bu konuyu gündemlerine alarak hazırlık yapmalarında fayda var.
Krizden sağlık sistemimiz güçlenerek çıkacak, bundan hepimiz gurur duyarız. Yazının başında söylediğimiz ‘en zeki çocuklarımızın çoğunu hekim yaptık’ tespitini eleştirsek de bu salgının iyi yönetilmesinde büyük yararını gördüğümüzü belirtelim. Ancak yine de bu en zekilerimizin dağılımını akademik alanlar açısından daha adaletli yaparsak ülke ve genel popülasyon açısından çok daha iyi olacağını söylemeliyiz.
08 Mayıs 2020 Cuma