Küresel resesyon riski artıyor. Özellikle gelişmiş ülkelerde istihdam piyasaları hariç ekonominin geri kalan alanlarında veriler kötüleşiyor. Mevcut veriler, küresel ekonomik aktivitenin yavaşladığına işaret ediyor; ancak 2008’deki gibi sert bir kriz beklentisi yok. Küresel finans krizinin etkilerinin tam olarak geçmemesi, AB’de siyasi tıkanıklığın devam etmesi, ticaret savaşlarının şiddetlenmesi ve jeopolitik risklerin yükselmesi, piyasalardaki tedirginliği artırmaya yetiyor.
Olası bir küresel resesyonun Türkiye ekonomisi üzerine farklı kanallardan etkilerini öngörmeye çalışalım. Beklentiler kanalıyla Türkiye’de iç tüketim ve yatırımların nasıl etkilenebileceğini konuşmak için henüz erken. Bu yüzden yazıda uluslararası ekonomi cephesinden konuyu analiz etmeye çalışacağım.
Finans kanalıyla başlayalım. Ekonomik aktivite yavaşladığı için gelişmiş ülkelerde faizler düşmeye başladı. Bu gibi dönemlerde uluslararası yatırımcıların, daha yüksek getiri sunan gelişmekte olan ülkelere yönelmesi beklenir. Türkiye, uluslararası likiditedeki bu yön değişikliğinden istifade edecektir. Bu durumda faiz ve kur cephelerinde Türkiye’nin eli rahatlar. Ancak gelişmekte olan ülkelere yönelecek yabancı sermayenin küresel finans krizi döneminde olduğu kadar yoğun olmayacağını belirtmek gerekiyor. Gelişmiş ülke merkez bankaları, bu sefer para musluklarını o kadar fazla açmayacaklar. Bununla birlikte, faizler zaten çok düşük seviyelerde olduğu için gelişmiş ülke merkez bankalarının faizleri çok agresif derecede düşürme şansları yok. Bu dönemde genişletici maliye politikaları daha fazla devreye girebilir. Resesyon olursa 50 milyar Euro ilave kamu harcaması yapabileceğini duyuran Almanya, bu durumun ilk ipuçlarını verdi.
Küresel kriz zamanı Türkiye’ye akan yabancı sermaye çok da fazla verimli sektörlere yönlendirilememişti. Bu sefer daha kısıtlı miktarda gelecek de olsa yabancı sermayeyi Türkiye ekonomisine uzun vadeli kalıcı katkılar bırakacak sektörlerin finansman ihtiyacını karşılamaya aktarmak gerekiyor.
Ticaret kanalı biraz daha karamsar. En büyük ticaret partnerimiz AB’nin sıkıntıda olması, ihracatımızın artış hızını yavaşlatabilir. Geçtiğimiz yılın ilk yarısına kıyasla AB’ye yapılan ihracatta yüzde 1.9’luk azalma var. Almanya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık ve İtalya’ya yaptığımız ihracattaki düşüş daha belirgin.
Ticaret kanalındaki olası negatif etkiyi asgari düzeye indirmek için ihracat pazarlarını çeşitlendirmemiz gerekiyor. Küresel finans krizi sonrası özellikle Ortadoğu ve Rusya pazarlarında daha aktif olmamız, AB kaynaklı yaşanan kayıpları telafi etmemizi sağlamıştı. Bu dönemde ise Asya ve Afrika pazarları ön plana çıkarılabilir. Bu bağlamda, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz günlerde vurguladığı ‘Yeniden Asya’ açılımı önem arz ediyor. Başta serbest ticaret anlaşmalarının sayısını arttırmak olmak üzere ticaret diplomasisini hızlandırmalıyız.
Son olarak turizm sektörüne bakalım. Ekonomik beklentiler kötüleştiğinde insanların vazgeçtiği ilk harcama kalemlerinden biri yurtdışı seyahatler oluyor ancak yine de Türkiye kur etkisinden dolayı sunduğu cazip fiyatlarla Avrupa’dan daha fazla turist çekebilir. AB genelinde gelir artışının yavaşlayacak olması, Avrupalıların İspanya, İtalya ve Fransa gibi destinasyonlardan daha makul fiyatlarla güzel tatil imkanları sunan Türkiye’yi tercih etmelerini tetikleyebilir. Son yıllarda hissedilir derecede artmaya başlayan Asyalı ve Kuzey Afrikalı turistler de turizmin olası bir küresel resesyondan daha az etkilenmesine destek olabilirler.
23 Ağustos 2019 Cuma