HAKAN GÜLDAĞ
Yeni Ekonomi Programı açıklandı. YEP, önemli bir doküman. Kamunun 3 yıl boyunca hedeflerini ve önceliklerini ortaya koyuyor. Tabii ki detaylarıyla olmasa bile nereye ne kadar para harcanacağını, kaynakların nereye tahsis edileceğini gösteriyor. Nihayetinde YEP, Türkiye ekonomisinin gelecek 3 yıllık yol haritasıdır.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçen hafta açıkladığı YEP kamuoyunda etraflıca tartışıldı. Bu yazıda detaylarına girecek değilim. Daha çok, yukarıda da belirttiğim gibi ‘tahsisat’ ile ilgiliyim. Bakan Albayrak YEP’i açıklarken, “Kaynakları bu yatırım alanlarına yönlendireceğiz” dediği 6 alan vardı: Sağlık, demiryolu, sulama projeleri, yeni OSB’ler, eğitim ve Ar-Ge...
Bence tercihlerin hepsi de isabetli. Biz gelin bu Eko-Mercek’te Ar-Ge’ye ve yenilikçiliğe odaklanalım. Çünkü burada aksayan bir şeyler var. Türkiye, bir süredir Ar-Ge’ye önemli yatırım yapıyor. Devlet de geçmişe göre büyük teşvikler veriyor.
Yenilikçilik ile ilgili pek çok etkinlik düzenleniyor. Ar-Ge merkezlerinin sayısı hızla artarak 1500’e yaklaştı. Ancak gelin görün ki, biz Ar-Ge ve yenilikçilikte istenilen düzeye gelemedik. Geçen hafta Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan, ihracatımızda yüksek teknolojinin payının yüzde 3.5 olduğunu açıkladı. Demek ki, o cephede de yıllardır değişen bir şey yok...
MUCİT KİM?
Gelelim ne yapmamız gerektiğine... Öncelikle şunu söyleyeyim:
Yenilikçi olan ülkelerin de firmaların da boynuzu kulağı yok. Onlara da yenilikçilik gökten inmiyor. Bilinenin aksine yenilikçilik/yenilik birer olgu değil, birer süreç.
Mesela, BASIC dili
1968 yılında bulundu. Microsoft, 1975 yılında sahiplendi. 1981 yılında Microsoft Seattle Computer Products şirketinin zaten yeni bir buluş olmayan QDOS (Quick and Dirty Operating System) UNIX dilinden birkaç ilave yaparak MS-DOS adıyla piyasaya sürdü.
1990 ortalarında Windows-3 Apple firmasının Macintosh sisteminden adapte edildi. Apple da bunu Xerox’un PARC sisteminden, onlar da PARC’ı 1968 yılında yazılan GUI sisteminden almıştı. Microsoft daha sonra 1972’den kalma Lexitron ve Linolex yazılımlarından ve Wordstar’dan Word’ü, 1978’den kalma VisiCalc ve Lotus’dan Excel’i, University of Illinois tarafından geliştirilen NCSA Mosaic Web Browser’den de Internet Explorer’ı piyasaya sürdü. Şimdi mucit kim?
Bilinen hikayedir; Apple’ın kurucularından Steve Jobs, Xerox firmasına yaptığı bir ziyarette, Douglas Engelbart’ın 1968 yılında bulduğu ‘Mouse’ diye bir cihazı gördü. Gerisi tarih... Şimdi mucit kim?
Aslına bakarsanız, ne yeniliğin ne de yenilikçiliğin operasyonel bir tanımı var. Tanım bir tarafa, doğru dürüst analiz de edilmemiş durumda bu alan. Yani, konu yenilikçilik olunca kimseden çok farklı bir yerde başlamıyorsunuz yarışa. Dünya üzerinde üretilmiş birikimlerden hepimiz yararlanabiliyoruz. Mesele iyi ‘sentez’ yapmakta... Bu süreç hem bilgi birikimi hem de iletişim ile oluyor.
NEDENLER NE KADAR GEÇERLİ?
İkincisi, neden bu konuda yeterli başarıyı yakalayamadık diye sorunca, yanıtlar genellikle ‘yetersiz Ar-Ge bütçeleri’ oluyor. Oysa bu çok doğru değil. İnovasyon ile para arasında doğrudan bir ilişki kurmak zor. Sadece parayla Ar-Ge olsaydı, kişi başı yıllık 100 bin dolar gelirleriyle bazı Körfez ülkeleri birinci sıralarda dolaşırdı. Şöyle bir zihninizi yoklayın. Kişisel ve ticari yaşamımızı değiştiren birçok yenilik neredeyse beş parasız yenilikçi tarafından gerçekleştirildi. Türkiye, milyarlarca dolar para harcayıp kerameti kendinden menkul inşaat projeleri yapabiliyorsa, eğer isterse, Ar-Ge’ye de para bulabilir.
Üçüncüsü, sayılan nedenler arasında yetersiz sayıda Ar-Ge kurumları var. Belki dün için bu bir yere kadar doğruydu. Ama rakamı verdim. Ayrıca temel araştırmalarla yükümlü üniversitelerimizin ve özel sektör Ar-Ge birimlerinin yanı sıra birçok da resmi araştırma merkezi var. Bakanlıklarda onlarca enstitü, düzinelerle merkezi olan TÜBİTAK var.
Bizde hemen her konuda olduğu gibi sorun kurum eksikliği değil, kurumların işlerini yapmamaları ve kurumlar işlerini yapsınlar diye, yeni kurumlar kurulması...
DEĞİŞTİRMEMİZ GEREKEN NE?
Ar-Ge’de ve yenilikçilikte istediğimiz ölçüde yol alamamış olmamızın daha geçerli nedenleri arasında ise öncelikle ülkenin mevcut servet oluşturma modeli var. Kârdan çok, rant hesaplarına dayalı bu servet birikim modelinden bir türlü kurtulamadık.
Eşyanın tabiatı icabı, sermaye en kısa zamanda kullandığı kaynaklardan en yüksek geliri ister. Kızsak da bu böyle... Gerçekle, olguyla kavga etmenin bize faydası olmaz.
Ülkemizde en yüksek getiriyi ne sağlıyor, diye sorduğumuzda, değişik cevaplar verilebilir. Ama bu cevaplar arasında ‘Ar-Ge ve yenilikçilik’ ilk sıralarda yer almayacaktır. O zaman ne yapılacak?
Açıkçası, iş öncelikle politika üreticilerine düşüyor. Kolay para kazanmayı zor, zor para kazanmayı kolay hale getirecek politikalar yerine, kolay para kazanmayı kolay kılan politikalar izlemeye devam ettiğimiz sürece bunun düzelmesini beklememek lazım. Bu bir...
Egemen servet yaratma modelimizin bir diğer özelliği de, rekabeti bol dış pazarlar yerine iç pazarlardan getiri elde etmektir. Evet, ihracatçılarımız son 20 yılda çok önemli başarılara imza attı. İhracat yapmadık ülke bırakmıyoruz. Ama gelgelelim, ülkemizin ortalama 1 kilogramlık ihracatı 1.20 ile 1.30 dolar arasında gidip geliyor, kurların seyrine göre... Bu rakam, bize ‘katma değer’ değil, hâlâ ve hâlâ özellikle Euro ve dolara oranla elde edilenden daha ucuz olan ‘ter’, yani ‘emek’ ihraç ettiğimizi gösterir. Bunun da değişmesi lazım. Bu da iki...
Cari açığı ‘kur’ çözmez...
Ar-Ge’den sonuç almak, yenilikçi bir ülke olabilmek için yapılacak iş, öncelikle para kazanmanın yolunu değiştirmek. ‘Kültürel’ nedenleri bir tarafa bırakıyorum. İş dünyamızın ‘icat çıkarmakla’ pek ilgilenmemesinin, yeni alanlara yönelmemesinin temelinde de ‘nereden para kazanıldığı’ var. İş dünyamızın risk iştahının olmaması, risk sermayesinin yokluğu gibi etmenler bugünkü servet biriktirme modelinin sebepleri değil, sonuçları...
‘Yeni ekonomi’ istiyorsak, ‘stratejik dönüşüm’ peşindeysek, ekonomimizi yeni dönemde yepyeni bir yola sokmak durumundayız. Makro düzeyde zor para kazanmayı kolay kılmak yerine, kolay para kazanmayı zorlaştırmazsak, ne ‘hard’ ne de ‘soft’ teknolojide kimse yenilikçilik ile uğraşıp risk almaz. Verilen Ar-Ge destekleri de amacına ulaşamaz.
İş dünyamızı bıktıran ‘döviz’ dalgalanmalarını artıran, ekonomimizde kırılganlık yaratan, sözün özü Türkiye ekonomisinin en temel meselesi ’cari açığı ‘kur’ değil, yenilikçilik kapatacak. Ar-Ge’ye dayalı katma değerli, yüksek teknolojili ürünleri tüm dünyaya satarak cari açığımızı sürdürülebilir cari fazlaya dönüştüreceğiz.
02 Ekim 2020 Cuma