PROF. DR. AHMET EMRE BİLGİLİ
Türklerin, ‘gönül coğrafyası’ kavramı için sağlam bir sözlük tanımı yaparak bunu sosyal bilimlere yerleştirmesi gerekir. Hem akademisyenler hem de siyaset yapanlar bu kavramı bilerek kullanmalı. Hakkında bilimsel makaleler, kitaplar yazılmalı. Sadece Türklere mahsus bir anlam kazanan bu kavram, aslında bireylere has olanveren elindevlette de tezahür etmiş halidir. Diğer devletler ise başkalarınaverirkenbu işi ticari ve hakimiyet tesis etme mantığı ile ele aldı ve mümkün olduğunca ‘bir verip üç almak’ anlayışı ile hareket etti. Böylece de sömürgecilik canlandı.
Bir üst kültürel kimlik olarak Türkler, devlet olarak hangi tarihte hangi isimde tezahür etmiş ise aynı yaklaşımı büyük ölçüde devam ettirdiler. İslâm dinini kabulleriyle birlikte de zaten var olan adalet anlayışı daha ulvi bir form kazandı. Dini bir kavramdan öte sosyolojik ağırlığı olan Türk Müslümanlığı anlayışı oluştu ve bu yaklaşımda adil olma sadece kendi milletine değil, bütün insanlığa ait bir kişi/devlet davranışını beraberinde getirdi. Dinin, veren el tavsiyesi ve karşılığında dünyevi bir şey beklememe hali yine devlet/toplum anlayışını pekiştirdi ve gönül coğrafyası kavramı böylece şekillenmeye başladı. Bir iyiliği gönülden yapma, dünyevi bir karşılık beklememe, yaparken mahremiyete özen gösterme ve bu hâl’in birey, cemaat, cemiyet ve devlette tezahür etmesi ile oluşan ve coğrafi mekân/sınır tanımayan nüfuz alanına gönül coğrafyası diyebiliriz.
Burada Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’yu hatırlamakta yarar var. Her ne kadar gönül işi olan bir kavramı kapital ile ilişkilendirmek doğru değilse de sermayeye yeni bir form yükleyerek sosyal alana kaydıran Bourdieu, bizim ‘gönül coğrafyası’ kavramımızın içeriğinden haberdar olsa idi nasıl bir yorum yapardı, hangi kavramının içine alırdı bilmiyoruz. Muhtemelen bunu da bir tür ‘sermaye’ olarak görürdü.
SÖMÜRGECİ ANLAYIŞIMIZ YOK
Günümüzde ‘gönül coğrafyası’ kavramını derin formuyla anlamlandırabilmek için Türklerin sömürge yapılan ülkelerle olan ilişki seyrine bakmamız gerekir. Şüphesiz ki, bu öncelikle temiz, ilkeli bir tarihi geçmişe ve diğer ülkelerle olan ilişkilerin pratiğine dayanır. Bu uzun tarihi süreçte diğer güçlü devletlerin aksine Türklerde sömürgeci bir anlayış hiçbir zaman oluşmadı. Sömürgeci anlayışın neden veya nasıl olup da oluşmadığını anlamak bu milletin kültürel kodlarının derinliğini anlamakla mümkün olur.
Sömürgeciliğin resmen ve alenen yapıldığı tarihlerde gerek Afrika kıtasının tümüne gerekse Hindistan, Pakistan, Afganistan coğrafyasına bakıldığında hem kaynakların sömürülmesi hem de dil, din ve kültürün değişim için zorlandığını, sömürge ülkelerindekilerin insan yerine konulmadığı, kendi vatanlarında hakir görüldüğünü biliyoruz. Günümüzde ise aynı sömürgeci zihniyet farklılaşan usullerle devam ediyor. Yine kaynakların sömürülmesi, kültürel değişime zorlama, siyaseten yönetme gayreti, bir verip üç alma felsefesi vs.
CİDDİ BİR NÜFUZ ALANI OLUŞTU
Sömürgeciliğin pik yaptığı Afrika ise sayı olarak en çok devlete sahip kıta olup aynı zamanda en çok bölünmüşlüğe deuğramış bir coğrafya. Sahip olmadıkları toprakların kaynaklarını ele geçirme ve ‘paylaşmadan’ gasp etmeyi anlayan sömürgeci yaklaşım, başka ülkelerin Afrika ile ilgilerinin temelindeki düşüncedir. Aslında insanlığın kaybedildiği, siyaha boyandığı yerdir Afrika.
Sömürgeciliğin etkin olduğu ülkeler nezdinde ciddi bir nüfuz alanımız oluşmaya başladı. Bu inşayı sağlayan süreçte uluslararası misyon kuruluşlarımız ciddi şekilde rol oynadılar. Öncelikle ülkemizin gururu olan THY, ulaşım imkanlarını geliştirerek hepimizin işini kolaylaştırmak sureti ile zorlukları mümkün kıldı.
TİKA, bu coğrafyaya inanılmaz bir şekilde yoğunlaştı ve her türden karşılıksız çalışmalar ileveren elinstratejisini ve mahremiyetini ortaya koydu. YTB ile sağlanan bursların uzun vadede ülkemizin bu yöndeki politikasının tahkim edilmesinde çarpan etkisi yaptığı aşikârdır. Bununla birlikte Türkiye Maarif Vakfı’nın okullarının yayılımı artıyor. Bilinmelidir ki, başarılı eğitim üzerinden her türlü çalışmalar pozitif neticeler verir.
Cumhurbaşkanımızın ‘dünya beşten büyüktür’ mottosu, hem dostluklar inşa etme hem de mevcut sömürgeci yapılara meydan okuma yönünde misyonu destekleyici bir fonksiyon icra ediyor. Devlet teşkilatımızın yanında gönüllü kuruluşlarımız da bu doğrultuda büyük gayretler gösteriyor, devasa ve destansı işler çıkarıyorlar. Büyük sömürgeci ülkeleri sömürülen ülkelerin halkları nezdinde güçsüz duruma düşürmenin yolu; insana ve devlete karşılıksız yardım anlayışını yeniden tanımlayarak ve pratikte göstererek meydan okumaktan geçiyor. Bu hali ile bir millet/ümmet birçok devlet şeklinde büyümenin rasyonalitesi daha gerçekçi olur.
Bütün bunların gösterdiği hususiyet şu: Bu saydığımız tüm işleri gönlümüzü katarak, insanlığın yüksek yararını gözeterek, hiçbir ayrım yapmayarak, ‘yaratılanı severim yaradandan ötürü’ felsefesini benimseyerek yapabildiğimiz takdirde var olan gönül coğrafyamızı yaşatabilir ve büyütebiliriz. Bu başarının devamlılığı, dünyada gerçek anlamda adaletin tesis edilmesi fikrinin de bir ütopyadan ibaret olmadığını gösterir.
09 Ekim 2020 Cuma