tatil-sepeti
Hakan  GÜLDAĞ

Hakan GÜLDAĞ

Diğer Yazıları

HAKAN GÜLDAĞ

Son iki Eko-Mercek’te demografiyi konuşuyoruz. Nüfusun ve yapısının ülkelerin geleceklerini nasıl etkileyeceğini... Dünya ile ilgili epey bilgi verdik. Bazı okurlarımız, sağ olsunlar, değerlendirmeleri, paylaştığımız araştırmaları değerli bulmuşlar. Ama paylaşılan bilgilerde ‘Türkiye’ye az yer verildiği’ serzenişlerini de ilettiler.

Türkiye ile ilgili bilgileri de paylaşmıştık aslında. Önceki yazılarda bahsettiğimiz Profesör Christopher Murray’ın liderlik ettiği araştırmaya göre, Türkiye’nin nüfusu, 30-40 yıl kadar daha artacak. Ama giderek düşen bir oranla... 110 milyon civarına tırmanıp sonra gerilemeye geçeceğiz. Yine de yüzyılın sonunda Türkiye’nin nüfusunun 101 milyon civarında olacağı tahmin ediliyor.

Doğrusu, bu öngörüler Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) nüfus projeksiyonları ile de örtüşüyor. TÜİK’in 2018 yılında yenilediği projeksiyona göre, Türkiye nüfusu 2023 yılında 86.9 milyon olacak. 2040’ta ise 100 milyon kişiye ulaşacak. Nüfusumuz azalan oranlarla da olsa 2069 yılına kadar artarak 107.7 milyon kişi ile en yüksek değerine ulaşacak. 2069’dan itibaren ise azalışa geçecek.

***

Şimdi gelelim bu projeksiyonların ne işe yaradığına... Nüfusla ilgili projeksiyonlar sadece ‘devlet’ için gerekli değil. İş dünyası için de gerekli. Yönetenler, karar vericiler strateji belirlerken ve planlama yaparken orta ve uzun vadedeki nüfus hakkında bir fikir sahibi olmak isterler. Neden derseniz anlatayım:

Elimizdeki gerçek nedir? Türkiye’nin nüfusu artıyor artmasına ancak nüfusun artış hızı yavaşlıyor. Buna bağlı olarak nüfusumuz içindeki çocuk sayısı da giderek azalıyor. 1970 yılında toplam nüfusumuzun yüzde 48.5’i 0 ile 17 yaş arasındaki çocuklardan oluşuyordu. Bu oran 1990’da yüzde 41.8’e, geçen yıl ise yüzde 28.3’e geriledi.

İsterseniz, daha somutlaşsın diye, bir kez de oran değil de rakam vererek anlatayım. 1980 yılında Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 45 milyondu. 20 milyon yetişkin yaklaşık 20 milyon çocuğu büyütüyordu. Bugün Türkiye’nin nüfusu 83.2 milyon. (Hemen belirteyim, bu nüfusa Türkiye’de geçici koruma statüsüyle bulunan Suriyeliler ve diğer ikamet iznine sahip yabancılar dahil değil) Şimdi, yaklaşık 55 milyon yetişkin 22 milyon çocuğa bakıyor.

Bunun iş dünyası açısından dikkate alınması gereken bazı sonuçları var. Hem olumlu hem olumsuz...

‘Bunun neresi olumlu’ derseniz onu da söyleyeyim:

Yukarıdaki verilerden yola çıkarsak, 1980’li yıllara göre çocuk başına harcanabilecek reel tutar, ailelerin gelir düzeylerinin aynı kaldığını varsaysak bile yüzde 100 arttı demek. 1970’lerde, 80’lerde dört-beş çocuğa bölünen para, şu anda iki çocuğa bölünüyor. Yetişkin ve üretken nüfusun toplam sayısı hızla artarken, 0-17 yaş arasındakilerin sayısının azalması çocuklar için mal ve hizmet üreten sektörleri destekliyor. Bilgisayar satışları yükseliyor. Okul öncesi eğitim yaygınlaşıyor. Çocuklara yönelik gıda, giyim eşyası ve oyuncak satan şirketlerin cirosu artıyor.

***

Aslına bakarsanız, ‘fırsat penceresi’ denilen hadise de bu. Yukarıda oranlarla, rakamlarla örneklemeye çalıştığım demografik geçiş süreci, nüfus artış hızının düştüğü bir ortamda kişi başına milli geliri artırabilecek bir etkiye sahip. Genç nüfustan yaşlı nüfusa geçiş süreci içinde 15-64 yaşları arasındaki nüfus, yani potansiyel iş gücü arzı sürekli artacağı için ekonominin hızlı büyümesi imkanı da artmış oluyor.

İşte bu kalkınma imkanı ve potansiyeli, sosyal bilimciler tarafından ‘fırsat penceresi’ olarak adlandırılıyor. Bu süreçte çocuklar da daha iyi bakım ve eğitim imkanlarına kavuşabiliyor ve gelecekteki kalkınma sürecine daha fazla katkıda bulunabiliyor. Hiç şüphesiz, sözü edilen fırsat penceresinin başarıya açılabilmesi için artan çalışabilir çağdaki nüfusa istihdam imkanlarının sağlanması ve işgücünün kalitesinin ve verimliliğinin yükseltilmesi gerekiyor.

***

Bu demografik ‘fırsat penceresi’,

50’li ve 60’lı yıllarda Avrupa ülkelerinin, 70’li ve 80’lı yıllarda ise Doğu Asya ülkelerinin kalkınmalarına katkıda bulundu.

Şimdi sıra Türkiye’de... Türkiye, ‘fırsat penceresi’nin ardına kadar açıldığı bir dönemi yaşıyor. Nüfusumuz, 31 Aralık 2019 itibarıyla 83 milyon 154 bin. Çalışma çağındaki nüfus olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun toplam nüfusa oranı da bugüne kadarki en yüksek seviyeye çıktı. Şimdi nüfusumuzun yüzde 67.8’i çalışabilir nüfustan oluşuyor.

Öte yandan, Türkiye’nin medyan yaşı da geçen yıl sonu itibariyle 32.4 oldu. Bugüne kadarki bütün deneyimler, ülkelerin büyük ekonomik atılımlarını ortalama yaşları 30 ile 40 arasında iken gerçekleştirdiklerini gösteriyor. Türkiye, 30’un biraz üstündeki ortalama yaşı ile tam da bu süreçte bulunuyor.

Bütün projeksiyonlar, Türkiye’de nüfus artış hızı düşerken, çalışabilir çağdaki nüfusumuzun artışının 40 yıl daha süreceğini gösteriyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye’nin ‘fırsat penceresi’ 2060 yılına kadar açık kalacak.

Son dönemde, Avrupalı şirketlerin pek çoğunun satılmaya çalışıldığını siz de duyuyorsunuzdur. Temel eğilimlerle kavga, tartışma olmuyor. Onlar büyük şilepler gibi. Rotadan çıkılmasına kolay izin vermiyor. Bakın Japonya, dünyanın en çalışkan, disiplinli, eğitimli, dolayısıyla verimli ülkelerinden biri... 44.7 ile ortalama yaşı Avrupa’nın da üstünde bulunan Japonya, son 25 yıldır ekonomik durgunlukla boğuşuyor. Ne yapacaksak, fırsat penceresi kapanmadan yapacağız. En iyi şekilde değerlendirmeye bakalım.

DEMOGRAFİK ANALİZ DEYİP GEÇMEYİN

Nüfusla ilgili projeksiyon ve analizlerin öne çıkan faydalarını 4 başlıkta özetlemek mümkün:

1 - Nüfusun gelecekteki düzeyi iç talebin boyutlarını belirliyor ve sınırlarını çiziyor.

2 - Nüfusun yaş gruplarına göre gelecekteki dağılımı, yıldızı parlayacak iş alanları ile ilgili önemli ipuçları verebiliyor. Harcamaların ve tasarrufların dağılımı da yaş gruplarına göre değiştiği için demografik analiz, gelecek ile ilgili belirsizlikleri azaltıyor.

3 - Aile sayısının ve belirli ürünlerdeki penetrasyon, yani sahiplik oranlarının bilinmesi, satış planlamasının daha gerçekçi olmasını sağlar. Mesela Türkiye’de kişi başına düşen otomobil sayısı son 15 yılda iki katına çıktı. Çok değil, 2003 yılında bile Türkiye’de 1000 kişiye yaklaşık 70 otomobil düşüyordu. Şimdi ise her 1000 kişiye yaklaşık 160 otomobil düşüyor. Ancak Avrupa Birliği’nde her 1000 kişiye 510 otomobil düştüğü göz önüne alındığında, Türkiye pazarındaki gelişme potansiyelinin oldukça yüksek olduğu görülüyor.

4 - Evliliklerin ve boşanmaların yıllar itibariyle sayısı ve bir ailenin ortalama büyüklüğü, gelecekteki konut talebinin ve belirli konut arzı düzeylerinde fiyat eğilimlerinin tahminini kolaylaştırır. Tabii, buzdolabı, çamaşır makinası vb. dayanıklı tüketim malları için de...
Demografik analizler, başta büyüme sürecine, yatırımcıların ve girişimcilerin gelecek ile ilgili plan yapması olmak üzere ekonomide ve iş hayatında alınan kararlara ışık tutuyor.

11 Eylül 2020 Cuma