Bazı liderlerde kısmen var olan anlayış, Trump’ın ikinci döneminde iyice gündem oldu ve o inişli çıkışlı, gel git sözleri ve uygulamaları ile zirveye oturdu. Bu anlayış, devlet yönetimini ve algısını nereye savurur bilinmez. Devlete ilişkin var olan; gelenek, felsefe, vizyon, itidal ve bunların oluşturduğu makuliyet üzerine temellenen uygulamalar saygın bir kurum olan devleti herkesin ortak aidiyeti haline getirdi.
Devlet-toplum ilişkilerindeki saygın ve kutsiyeti olan bağ zayıfladı ve bir ölçüde çıkar ilişkisine dönüştü.
Bu çerçevede tarihe göz atacak olursak; en eski devletlerde bile işin iktisadi yanı önemli idi. Krallar, padişahlar, hükümdarlar, derebeyler, tahtlarını korumak için gerekli olan para-mal yönetimini de başarılı bir şekilde icra etmek zorunda idi. Çünkü kendilerini ayakta tutan çoğunlukla askeri harcamaları vardı ve bunları iyi yönetmeleri gerekiyordu.
Zaman değişti, farklı usullerle yönetilen devletler geldi, yine durum değişmedi. Günümüzde küresel/teknolojik gelişmelerle sevk ve idare işi format değiştirdi, herkesin her şeyi aynı anda öğrenmeleri ve tavır-tepki geliştirdikleri evreye geldik. Artık işler aleni ve hızlı bir akış içerisinde. Tabii ki sorgulanması gereken kamu yöneticiliğinin iktisadi boyutu değil. İşin merkezine finansın konulması, her türlü sevk ve idarenin bu çerçevede yapılmasıdır.
Bunun gerekçesi de ‘biz ekonomiyi kutsamıyoruz, sadece hantallığı azaltmak istiyoruz, vatandaşın işini kolaylaştıralım, bürokrasiyi azaltalım’ düşüncesidir. Devlet-toplum ilişkisinde meseleye kültürel boyuttan bakarsak; Doğu ile Batı’nın farklı gelenekleri, modernleşmenin getirdiği tek tip vatandaş anlayışı veya dijital çağın getirdiği yeni yönetişim öne çıkar.
İktisat ve finans çerçevesinde bir sevk ve idarenin yapılması aslında makuliyet vurgusunu çok daha güçlü hâle getirir. Zira makuliyet; toplumun ruhunu, temposunu, sınırlarını gözetir.
Ne popülizme kaçar ne geçmişe saplanır ne de geleceğe körlemesine dalar. Yönetim modelleri küreselleşirken, toplumlar yerel kalır. Bir yerde çalışan model, başka yerde mutsuzluk doğurabilir. Çünkü her toplumun kendi hafızası, travmaları, değerleri, sosyal yapısı var. Ama şirket mantığı evrensel kurallar üzerine kuruludur. Toplumlar genel olarak kolektif değerlerle yaşar, şirketler ise bireysel başarıya dayalıdır. Devlet aidiyet üzerinden yaşar, vatandaşlık bilinci önemlidir, şirket ise kâr üzerinden gider.
Diğer taraftan devleti şirket gibi yönetme düşüncesi, neoliberal dönemden kalma bir görüştür aslında. Dünya vatandaşlığı kurgusu, özellikle Avrupa’da duvara tosladıktan sonra küresel kuruluşların güvenlik algısı güveni boşa çıkardı. Bu sebeple herkes yeniden ordu oluşturma telaşına düştü. Bu nasıl olabilir? Bireylerde asker olmaya götürecek vatan sevgisi kaldı mı? Veya bu yeniden ulus devlet formatına giden bir yolu mu zorlayacak?
Trump’ın ikinci döneminde şirket gibi devlet yönetmek sadece ABD ile sınırlı kalmaz, diğer ülkelere ihraç edilen bir zihniyet biçimi halini alır. Kendi ülkesini doğrudan, diğerlerini dolaylı olarak şirket gibi yöneten üst bir model haline gelir. Trump’ın bu yaklaşımının verdiği mesaj nettir; ‘Uluslararası sistem, kurallar üzerine değil, çıkar ve güç üzerine kuruludur. Ve biz bu şirketin patronuyuz’ anlayışını yerleştirir.
Bu ise küresel istikrarsızlığı artırır, kurallara dayalı düzen yerine güçlü olanın dediği olur anlayışını normalleştirir, diğer ülkeleri de aynı dili konuşmaya iter.
Trump, baştan itibaren kendini bir şirket CEO’su gibi konumlandırdı. Kendince haklı sebepleri olarak; kararları hızlı, tepeden ve bireysel olarak alma eğilimi, kurumsal yapıları baypas etme isteği, performansa dayalı sadakat, bakanları kâr-zarar tablosuna göre değerlendirmesi, diplomasi yerine pazarlık, tehdit ve al-ver dili. Buradan makuliyet çıkmaz. Çünkü makuliyet; akılcı, dengeli, adil ve sabırlı bir yönetim anlayışını temsil eder. Devlet gibi karmaşık ve çok katmanlı yapıda bu dengeyi korumak, her şeyden önemlidir.
Devleti şirket gibi yönetiyoruz dediğimizde; başarısızlığı piyasa koşullarına bağlamış oluruz, rekabet ve kâr-zarar üzerinden gidersek de kamusal sorumluluk zedelenir. Bilindiği üzere şirketler kâr amacı güderken, devletin amacı kamu yararıdır. Bu fark hepsinden önemlidir ve anlayışı kökten değiştirir.
Devletler yönetilirken bir meşruiyet zemini vardır. Şirketlerde ise yönetim genelde büyük hissedarlara karşı kendini sorumlu görür.
Devlet, adalet, güvenlik, eğitim gibi çok daha geniş ve temel alanlardan sorumludur, şirketler daha sınırlı faaliyet alanlarına sahiptir. Devlet en yoksulundan zenginine kadar herkesi kapsar. Şirketler ise müşteri ve paydaşlarıyla sınırlıdır.
Nihayetinde devlet, verimlilik açısından şirket modelinden faydalanmalıdır fakat asla aynı şey olmadığını da bilmelidir.