Fatih Oktay
ABD ile Çin arasında müzakereler yeniden başlıyor. Bakan yardımcısı düzeyindeki görüşmelerle ekim başlarında gerçekleşecek müzakerelerin zemin hazırlıkları yapılıyor. Bu sefer bir anlaşma olur mu? Olabilir; kalıcı olma olasılığı düşük de olsa, iki taraf arasında barış sağlayacak bir anlaşma olması olasılığı oldukça yüksek.
ABD tarafında Çin’in devlet destekli teknolojik gelişme politikaları yaşamsal bir tehdit olarak değerlendiriliyor, Çin tarafında ise bunlar yaşamsal önem taşıyor. Dolayısıyla bu konularda görünürde bir anlaşma olsa da ABD’yi tatmin edecek bir uygulama olamayacaktır. Kalıcı bir barış olasılığı bu nedenle çok düşük görünüyor. Ama ABD başkanlık seçimleri öncesinde geçici de olsa barış istemek için iki tarafın da nedenleri var.
ABD tarafında, ekonomi ve finansal piyasaların verdikleri sinyaller de düşünüldüğünde, Trump yönetiminin 2020’deki başkanlık seçimi öncesinde hem piyasaların havasını değiştirecek hem de seçmene vaatlerin yerine getirilmesi olarak sunulabilecek bir anlaşmaya çok ihtiyacı olduğu açık. Çin tarafı için de ülke ekonomisi üzerindeki ticaret ve teknoloji baskısının ne süreyle olursa olsun hafiflemesi son derece istendik bir durum. Ancak Çin tarafının seçimlere giderken Donald Trump için de yararlı olacak bir anlaşmayı istemesi için bir başka neden daha olabilir; Çin tarafı kendisi için kötülerin iyisi olarak Donald Trump’ın seçimleri kazanmasını istiyor olabilir.
Daha önce de belirttiğim gibi ABD ile Çin arasındaki çekişme Trump döneminde değil, önceki başkan Obama döneminde başladı. Obama yönetimini Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un açıkladığı “Asya’ya Doğru Dönüş” politikası özünde Pasifik’te Çin’e karşı NATO türü bir örgütlenme oluşturmayı hedefliyordu. Obama’nın amacını “yeni yüzyılda ekonominin kurallarını yazanın, Çin değil ABD olmasını sağlamak” olarak açıkladığı Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması ve kardeşi Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması, dünya ticaretinde yer almanın devletin ekonomiye müdahalesi ile ilgili koşullara bağlı olduğu, mevcut hali ile Çin’i dışlayacak yeni bir düzen hedefliyordu. Obama dönemi politikaları, diğer ülkelere, açıktan Çin’e karşı olmasa da ABD ile beraber olmayı özendiren avantajlar sağlamaya dayalıydı ve Çin için zorlayıcı sonuçlar verebilirdiler.
Başkan olur olmaz Donald Trump’ın ilk işi ise Obama döneminde imzalanmış olan Trans Pasifik Anlaşması’ndan çekilmek oldu. Ardından da Çin’den çok ABD’nin geleneksel müttefiklerini etkileyen, güneş paneli, çamaşır makinası, çelik ve alüminyum gibi mallara ek gümrük vergisi getirilmesi; Meksika, Kanada, Güney Kore gibi müttefiklerin mevcut serbest ticaret anlaşmalarını ABD için daha avantajlı koşullarda yenilemeye zorlanması geldi. Obama dönemi politikaları diğer ülkeleri ABD etrafında kümelenmeye özendirecek ortak çıkarlar oluşturmaya dayalıyken, Trump döneminde düstur herkesten bir şeyler almak oldu. Ülke yönetiminin Çin için istendik olmayan uluslararası birliktelikleri zora sokan bir başkan adayının seçilme şansını düşürmek istemiyor olması kuvvetle muhtemeldir.
Bu durumda, taraflar birbirlerinin elini yanlış okumazsa, seçim öncesi bir anlaşma görebiliriz; seçimden sonra da yeniden alevlenen bir çatışma…
27 Eylül 2019 Cuma