Hakan Güldağ
Makrizi... Memluk Sultanlığı’nda yaşamış, Ortaçağ İslam dünyasının yetiştirdiği en önemli tarihçilerden biri... Tarihinde, veba salgınının Kahire’ye etkisini anlatır. Tüm kapıların kapalı olduğunu, şehrin en işlek caddesinde bile kimseye rastlanmadığını yazar. Mısırlı tarihçi, ‘dua edecek imam bulunamadığı için halktan kişilerin cenaze namazını kıldırdıklarını’ da kaydeder.
Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını sırasında Papa VI. Clemens, benzer nedenle ‘sıradan insanların, hatta kadınların bile Hristiyanlara son nefeslerinde günah çıkarabileceklerini’ ilan etmişti.
***
Tarihçilere göre, Ortaçağ’da veba salgını dünyaya Uzakdoğu’dan yayıldı. Bazı tarihçiler, bu hastalığın 1347’de Kırım’da bir Ceneviz ticaret merkezini kuşatan Moğol ordusunun vebalı cesetleri mancınıkla kalenin içine atmasıyla Avrupa’ya taşındığı görüşünde. Kimilerine göre ise veba, Çin’den ve Orta Asya’dan Ortadoğu’ya geçerek deniz yoluyla Sicilya üzerinden bu kıtaya geldi.
İngiliz tarihçiler Ortaçağ’daki veba salgınını en iyi araştıranlar arasında... Onların araştırmalarına göre, salgın İngiltere’de kırsal nüfusun yarısını yok etti. Toplam ölümlerin o dönemki İngiltere nüfusunun yüzde 40’ına vardığı tahmin ediliyor.
Öte yandan araştırmalar, o dönemde Kahire’de vebadan hayatlarını kaybedenlerin oranının Londra’dan farklı olmadığını da gösteriyor.
***
1347-1351 yılları arasında Avrupa’da 25 milyon insanın ‘kara ölüm’ diye adlandırılan bu hastalık nedeniyle hayatını kaybettiği, bunun o zamanki Avrupa nüfusunun en az üçte biri olduğu hesaplanıyor.
Kitle halinde ölümler, Avrupa’nın sosyal ve ekonomik hayatını altüst etti. Feodal sistemi adeta çökertti. 1349 yılına gelindiğinde hayat adeta durmuştu. Çalışacak kimse yoktu. Toprak işlenemiyordu...
Toprak/iş gücü oranının tersine döndüğü bu süreçte, bir kaynak olarak insanın değeri arttı. İnsanlar giderek daha fazla seyahat edebilir ve daha iyi koşullarda iş bulabilir hale geldi. Bu değişim, feodalizmin temellerini sarstı. Kapitalizmin ise tohumlarını ekti. Ekonomiyi olduğu gibi sosyal ve kültürel hayatı da şekillendiren yeni dönem, Rönesans’a zemin oluşturdu.
***
Tarihte hemen hemen bütün büyük salgınlar, büyük değişimlere yol açtı. Ancak bu büyük faz değişiklikleri zamanla hissedildi. Sanıldığı gibi ekonomi ve toplum bir anda değişmedi. Mesela ‘kara ölüm’ döneminde nüfusun yarısına yakını öldüğü halde Avrupa’da reel ücretlerin kalıcı biçimde yükselmesi, ancak 1400’lere doğru gerçekleşti.
Tabii, bugün böyle bir durumdan hayli uzağız. Ne Covid-19 salgını veba gibi büyük bir can kaybına neden oldu, ne de günümüz dünyasının tıp, ekonomi, teknoloji ve hele bilimin geldiği düzey bakımından Ortaçağ ile bir benzerliği var.
Yine de veba kadar can almasa, devasa bir yıkıma yol açmasa da koronavirüsün de ciddi bir dönüşümün tetikleyicisi olacağı anlaşılıyor. Üstelik bu kez değişim, iletişim teknolojilerinin de yardımıyla yaşayanlar tarafından daha çabuk fark ediliyor.
İstanbul’da evde otururken, sabah Şangay’da, öğlen Doha’da, öğleden sonra Berlin’de, akşam New York’ta toplantıya katılmanın mümkün olduğunu bize kim gösterdi?
Evet, haklısınız o teknoloji zaten vardı. Gelgelelim kim farkında olmamızı ve kullanmamızı sağladı?
Bilmem katılır mısınız ama ben bu virüsün ‘öğretici’ ve ‘yol gösterici’ olduğunu düşünüyorum. Koronavirüs adeta gözümüzü açıyor!
Sağlık ve iyilik dilekleriyle, bilginize sunulur.
1 MİLYAR KİŞİ UZAKTAN ÇALIŞTI
Binlerce, hatta on binlerce insanın çalıştığı koca koca şirketlerin işyerlerine gelmeden işlerini yürütmelerini herhalde birkaç vizyoner fütürist dışında kimse hayal etmiyordu. Tüm dünyada bir milyardan fazla insan bir anda uzaktan çalışma sistemine geçti.
Üstelik evden çalışmanın gayet verimli olabileceğini de öğrendik. Görünen o ki, yeni dönemde belki her şey değil, ama uzaktan çalışma kalıcı olacak. Şimdi hızla buna yönelik yeni teknolojiler gelişecek. Böylece uzaktan çalışma daha da kolaylaşacak. İşletmelerin iç eğitimleri derseniz, zaten neredeyse tamamen online ortama taşındı. Gerektiğinde ofislere uğranıldığı, hibrid çalışma ve iş modellerinin norm olacağı bir yeni dünyaya gidiyoruz.
Bir işi yapmak için ille de bir mekanda toplanmanın tüm çalışanlar için hiç de anlamlı olmadığını da bu virüsten öğrendik. Yine koca koca binalarımızın yarısının dahi bize yetip arttığını da...
Dedim ya, virüs gözümüzü açıyor...
Sahip olduğumuz teknolojik imkanların, dijitalleşmenin, pek çok işi tokalaşmadan da halledebilmemize imkan sağladığının farkına vardık.
Şimdi küçük ya da büyük bütün akıllı işletmeler, iç kaynaklarının dağılımını gözden geçirecek. Bütçelerine de bu gözle bakmaya başlayacak.
İKİ YILDA OLAN İKİ AYDA GERÇEKLEŞTİ
Salgın döneminde, şirket hissedarlarına yaptığı bir video konferansta, Microsoft CEO’su Satya Nadella, “İki yılda olan, iki ayda gerçekleşti. Dijital dönüşüm birden hızlandı” diyordu.
Haklıydı. Çünkü salgın döneminde bizi birbirimize internet ve dijital sistemler bağladı. Büyüklerimizle de böyle görüşebildik. 17 ülkede yürütülen bir çalışmada, 16-64 yaş arasındaki katılımcıların yüzde 76’sı eskiye göre salgın döneminde akıllı telefonlarıyla daha fazla vakit geçirdiklerini belirtiyor.
Karantinalar ve sokağa çıkma kısıtları yüzünden işyerlerini kapamak zorunda kalan esnaf, dijital kanallar üzerinden müşterilerine ulaşmaya çalıştı.
e-ticaret ve online alışveriş katlanarak arttı. Telefonla, online üzerinden getir-götür işleri artınca, kredi kartı harcamalarında,e-ticaret platformlarının payı hızla beşte birden, üçte bire yükseldi. Dile kolay, birkaç ayda...
VİRÜS GELDİ, DİRENÇ BİTTİ
Bu musibet, yol yordam da öğretiyor. Zihnimizi açıyor adeta...
Türkiye, kamu hizmetlerinin dijitalleşmesinde önemli bir noktaya zaten gelmişti. Uluslararası standartlarda hizmet veriyordu. Ama bir kısmımız ya farkında değildik ya da görmezden geliyorduk. Salgın süresince e-Devlet üzerinden ayda yaklaşık 500 milyon işlem yapıldı.
Bugün nüfusun yüzde 66’sı, maske dağıtımından sosyal yardım başvurusuna, seyahat belgelerinin güncellenmesine e-Devlet çerçevesinde kendisine sunulan 5 bin 180 hizmeti kullanıyor artık.
Bunun sağladığı verimlilik artışını, zaman ve para tasarrufunu ise bugünlerde daha iyi görebiliyoruz.
Sözün kısası, en azından bir kısmımız dijital dönüşümü erteliyorduk işletmelerimizde. Virüs geldi, direnç bitti. Değişime direnmenin önünde ne bir bahane ne bir engel kaldı.