tatil-sepeti

Dr. CAN GÜRLESEL

DR. CAN GÜRLESEL

 

2024 yılı ikinci çeyrek büyüme verileri açıklandı. İkinci çeyrek büyüme verileri değerlendirildiğinde, dezenflasyon politikalarının iktisadi faaliyetleri ve ekonomik büyümeyi beklenenin de üzerinde sınırlamaya başladığı görülüyor. Sıkılaşma politikaları boyunca ekonomik büyüme potansiyelinin altında kalacak.


 

1. İKİNCİ ÇEYREKTE YÜZDE 2.5 BÜYÜDÜ

 

Türkiye ekonomisi 2024 yılı ikinci çeyrekte yüzde 2.5 büyüdü. Yılın ilk çeyreğindeki büyüme de yüzde 5.7’den yüzde 5.3’e aşağı yönlü güncellendi. Yeni yılın ikinci çeyrek döneminde sıkı para politikasının büyüme üzerindeki etkileri görüldü. Özel tüketim harcamaları ikinci çeyrekte yüzde 1.6 büyüdü. Yüksek faizler ve diğer sıkılaştırma adımları iç talebi sınırladı. Sabit sermaye yatırımları ikinci çeyrekte yüzde 0.5 büyüme sağladı. Net ihracatın büyümeye katkısı pozitif oldu. Kamu tüketim harcamaları ise yüzde 0.7 büyüdü.      

 

2. İKİNCİ ÇEYREKTE SANAYİ SEKTÖRÜ YÜZDE 1.8 DARALDI   

 

Sektörlerdeki büyümeler ise farklı gerçekleşti. Sanayi sektörü 2024 yılı ikinci çeyrekte yüzde 1.8 daraldı. Sıkılaştırma politikaları en çok sanayi sektörünü etkiledi. Tarım sektörü yüzde 3.7 büyüdü. Hizmetler sektöründe büyüme ise yüzde 2.9 oldu. Hizmet sektöründe son dört çeyrektir büyüme yavaşladı. Sıkılaşma politikaları hizmet sektörünü de oldukça etkiledi. İnşaat sektörü en yüksek büyüme gösteren alt sektör oldu.       

 

3. TÜM HARCAMA ALANLARINDA ETKİLİ 

 

Enflasyonla mücadele için uygulanan sıkı para ve maliye politikaları yılın ikinci çeyreğinde tüm harcamalar üzerinde etkili oldu. 2024 ikinci çeyrekte hane halklarının tüketimi sadece yüzde 1.6 arttı ve sert bir fren yaptı. Devletin tüketim harcamaları ise yüzde 9.7 büyüdü. Kamu mali disiplini ikinci çeyrekte kuvvetlendi. Sabit sermaye yatırımlarında büyüme ikinci çeyrekte sadece yüzde 0.5’tir. İhracatın katma değer artışı yüzde 0.04’tür. İthalat ise yüzde 5.7 azaldı. Sıkılaşma politikaları ithalatı da azalttı. 

 

4. DEZENFLASYON SÜRECİ ÜÇÜNCÜ AYINDA 

 

2024 haziran ayında başlayan dezenflasyon süreci üçüncü ayını geride bıraktı. Enflasyonda haziran ayında başlayan düşüş, ağustos ayında da sürdü. Ağustos sonunda yıllık tüketici enflasyonu yüzde 51.97’ye indi. Yıllık üretici enflasyonu yüzde 35.75’e düştü.  İlk 3 ayda enflasyondaki düşüşte baz etkisi görüldü. Enflasyonda kalıcı düşüş için önümüzdeki aylar daha belirleyici olacak. 

 

5. TC. MERKEZ BANKASI SIKI PARA POLİTİKASI VE YÜKSEK FAİZLERİ SÜRECEK

 

Dezenflasyon süreci zorlu ve uzun olacak. Bu nedenle Merkez Bankası politika faizlerinin bir süre daha yüksek kalacağı tahmin ediliyor. T.C. Merkez Bankası yılsonu yüzde 38 hedefine yaklaşılıyor olması halinde kasım ve aralık aylarında 250 baz puan faiz indirimi yapabilecek.   

 

6. İHRACAT İÇİN KÜRESEL TİCARET UYGUN KOŞULLARA SAHİP DEĞİL 

 

2024 yılında, enflasyondaki düşüşle faiz indirimleri yapılması, büyümenin toparlanması ve dünya ticaretinde büyümeye geçilmesi ana senaryoydu. Ancak enflasyondaki katılıklar nedeniyle faiz düşüşleri ötelendi. Buna bağlı olarak ekonomideki toparlanma da gecikti. Dünya mal ticaret ise bu gelişmeler çerçevesinde ikinci çeyrekte de yüzde 1.5 daraldı. Çok sayıda yapılan seçimler, jeopolitik gerginlikler ve savaşlar da ticareti olumsuz etkiliyor. Dünya mal ticaretinde ilk büyüme muhtemelen yılın son çeyreğinde olacak.  

 

7. DEZENFLASYON SÜRÜYOR, REEL SEKTÖR DARALIYOR 

 

Enflasyonla mücadelede uygulanan sıkılaşma politikaları imalat sanayinde önce yavaşlamaya, şimdi de kuvvetlenen bir daralmaya yol açıyor. İstanbul Sanayi Odası’nın sektörler PMI verileri, ağustos ayında daralmanın kuvvetlendiğini gösteriyor. Ağustos ayı itibariyle iç ve dış talepteki zayıflayama bağlı olarak 10 alt imalat sanayi sektöründe de daralma yaşandı. Özellikle enflasyonla mücadele için yurt içinde uygulanan sıkılaşma politikaları imalat sanayini zorlamaya devam edecek.  

 

SON SÖZ

 

Dezenflasyon politikaları reel sektörü ve hane halklarını da sıkıştırmaya devam edecek.

05 Eylül 2024 Perşembe

OSMAN ARIOĞLU

Enflasyon düzeltmesi uygulaması yürürlüğe girdiğinden bu yana en çok tartışılan konuların başında geldi. Yapılan değerlendirmeler sonucunda 2023 yılı şartlar oluştuğu halde enflasyon düzeltmesi uygulamasının bir yıl ertelenmesi tercih edildi. Bu yılın başından bu yana da konu muhtelif yönleriyle tartışılmaya devam edildi. En son 50 milyon TL’nin altında ciro yapan işletmeler için geçici vergi dönemlerinde enflasyon muhasebesi uygulanmasının ertelenmesiyle konu biraz sükûnete kavuşmuş oldu. Son derece yerinde olan bu uygulama, eylül ayında kapanan üçüncü geçici vergi dönemi bakımından da sonuç doğuracak. Dördüncü geçici vergi dönemi zaten kaldırılmış olduğundan konu tekrar gündeme yılsonu itibari ile gelecek.

 

EKSİK KALAN

 

Aslında bu ertelemeyle enflasyon düzeltmesine yönelik itirazların ve bu uygulamanın herhangi bir gelir elde etmeyen işletmeler bakımından vergi doğuruyor eleştirisi önemli ölçüde ortadan kaldırılmış oldu. Şimdi sıra bu uygulamanın yıllık  dönem itibari ile de ertelenmesinin mümkün olup olmadığı konusunu değerlendirmeye geldi. Yıllık vergilendirme bakımından da 50 milyon TL’nin altında cirosu olan işletmeler için enflasyon düzeltmesi uygulanmaması, konuya yönelik tartışmaları tamamıyla ortadan kaldıracaktır.

 

DÜZENLEMENİN ÖZÜ

 

Enflasyon düzeltmesi uygulaması özünde parasal olmayan kıymetlerin anılan dönem için yurt içi ÜFE endeks değişimi oranında artırılmak suretiyle değerlendirilmesi şeklinde çalışan bir mekanizmaya sahip olduğundan, doğal olarak bir nevi servet vergilemesi gibi değerlendirilebilir. Konuya yönelik önemli eleştirilerden biri de fazla stokla çalışan işletmeler bakımından henüz paraya çevrilmemiş stoklar için vergi matrahı oluşturmasıdır. Ancak genel mantığı itibarıyla stokların kapsam dışı tutulmasının talep edilmesi, uygulamanın sağlıklı çalışmasını etkileyecektir. Stokların enflasyon düzeltmesiyle değerinin yükseltilmesi ilk anda bir vergi matrahı doğursa da daha sonraki dönemlerde stok maliyetlerini aynı ölçüde artırmış olacağından kendi içerisinde denge sağlayacaktır. Aslında bu ve benzeri savunmayı tüm enflasyon düzeltmesi uygulaması bakımından haklı olarak ifade edebiliriz.

 

Burada en kritik konu, aktifinde gayrimenkul bulunan ve bu gayrimenkulün öz varlık yerine borç kaynakla edinildiği durumlarda enflasyon düzelmesinin ortaya çıkardığı ekstra vergi matrahıdır. Doğal olarak herhangi bir gelir elde etmeyen bir işletme bakımından ortaya çıkan böyle bir matrah üzerinden vergi talep edilmesi, ödeme zorluğu yaratabilecektir. Buna bir diğer haklı örnek, işletmeye dahil binek otomobillerin ÖTV ve KDV dahil maliyetinden 1.5 milyon TL’yi aşan kısmı için ayrılacak amortismanlarının gider kabul edilememesi nedeniyle enflasyon değerlemesiyle birlikte işletmeler aleyhine katmerli vergi matrahı çıkması durumudur. Bu da enflasyon düzeltmesinden değil, binek otomobillerle ilgili gider kısıtlamasından kaynaklanan bir durum. 

 

Bize göre, bu sınırlamanın kaldırılarak başka bir ölçü getirilmesi yerinde olacaktır. 

 

YAPILABİLECEK OLAN

 

Özetle, 50 milyon TL’ye kadar cirosu olan işletmelerin enflasyon düzeltmesi uygulamasından tamamen muaf tutulması, bütün bu sıkıntıları büyük ölçüde ortadan kaldırabilecektir. Bu muafiyetin kalıcı hale getirilmesi konusunu bir kez daha ifade etmek ve ilgililerin dikkatine sunmak isteriz.

14 Ekim 2024 Pazartesi

PROF. DR. NURULLAH GÜR

Ekonomik gelişme dinamik bir süreçtir; sürekli bir hareket ve yenilenme gerektirir. Bunu sağlayamadığınız noktada ekonomik tuzaklara takılırsınız. Tıpkı orta gelir tuzağında olduğu gibi. 

 

Ülkelerin ekonomik gelişimlerinin her aşamasında hem o dönem itibariyle belli bir rekabet gücüne sahip oldukları sektörleri kendi içinde dönüştürmeleri hem de düşük teknolojili sektörlerden daha yüksek teknolojili sektörlere geçiş yapmaları beklenir. Öncelikle mevcut koşullarda rekabet gücüne sahip olduğunuz sektörlerin kendi içlerinde daha katma değerli ve yenilikçi hale gelmesi gerekir. 

 

Zira belli bir gelişmişlik seviyesine ulaştıktan sonra sadece ucuz işgücü ve döviz kuru gibi rekabet gücünün geleneksel unsurları, ihracatı ve büyümeyi artırmak için yetersiz gelmeye başlar. 

 

Çin bile artık eskiye kıyasla işgücü açısından ucuz değil. Daha rekabetçi bir sektörel yapı ile ekonomik gelişmesini hızlandırabilmek için daha nitelikli üretim yapmaya, ürün çeşitliliğini artırmaya ve küresel markalar ortaya çıkarmaya çalışıyor.  

 

KATMA DEĞERLİ ALANLAR

 

Eğer sektör bazlı rekabet gücünü geleneksel rekabet araçlarıyla korumak bu kadar kolay ve ekonomik açıdan mantıklı olsaydı, İngiltere, ABD, Fransa ve İspanya gibi gelişmiş ülkeler Sanayi Devrimi’nin öncü sektörü olan tekstilde üretimi kendi sınırları içerisinde tutabilirlerdi. Ancak, öyle olmadı. Tekstil üretimi, maliyetlerin görece daha ucuz olduğu ülkelere ve bölgelere kaydı. Ama gelişmiş ülkeler, sektörün tasarım, 

 

Ar-Ge ve pazarlama gibi daha katma değerli süreçleri üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Küresel şirketleri ve başarılı iş modelleri ile sektörü katma değer anlamında domine etmeyi sürdürdüler. 

 

Günün sonunda tek veya birkaç sektöre bağlı kalarak da kalıcı başarı sağlamak mümkün değil. Teknoloji ve sofistikasyon açısından kalkınma ağacının daha üst dallarında bulunan sektörlere geçiş yapmanız gerekir. Tekstilden elektroniğe, otomotivden havacılık ve savunma sanayine, gıdadan biyoteknolojiye doğru… Sektörler arasında bu geçişleri sağlayamadığınızda da ekonomik ilerlemeniz yeterince hızlı ve sağlam gerçekleşemez.

 

KAYBEDENLER VE KAZANANLAR

 

Kaynaklarınızı daha düşük teknoloji/sofistikasyon düzeyine sahip bir sektörden daha yüksek olanına kaydırırken hem şirketler hem de çalışanlar açısından sürecin kaybedenleri ve kazananları olması kaçınılmazdır. Ekonomik refah artışını daha kapsayıcı kılmak ve böylece dönüşüm süreçlerinin önünü tıkayabilecek baskıları hafifletmek için dönüşümün olası kaybedenlerini kendileri açısından daha iyi bir geleceğe hazırlamanız gerekiyor. Bu da devlet mekanizmasının üzerine düşen bir vazifedir. 

 

Çalışanlar açısından baktığımızda, bu süreç onlara yeni yetenekler kazandırarak yükselen sektörlerde yeni iş fırsatları yakalamalarını sağlamak anlamına gelir. Şirketler için ise onları kendi sektörlerinin daha katma değerli alanlarına geçmeye veya ilgili sektörlerdeki yeni yatırım fırsatlarına yönelmeye teşvik etmeyi gerektirir. 

 

Geçmişte ABD ve bazı Avrupa ülkeleri bu gerçekleri yeterince önemseyip gerekli aksiyonları almadıkları için son yıllarda bir yandan ekonomik verimlilikte kronik bir durgunluk yaşarken, diğer yandan gelir eşitsizliği nedeniyle toplumlarında sosyo-ekonomik ve siyasi baskılar artıyor. Türkiye’nin bu gibi hatalardan ve tecrübelerden dersler çıkarması gerekir. Sektörel dönüşümler meselesinin Türkiye’ye dönük kısımlarına fırsat bulursak bir sonraki yazıda değinelim.

 

ngur@medipol.com.tr

14 Ekim 2024 Pazartesi