Osman Arıoğlu
Her zaman olduğu gibi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz kararı bu defa da en çok merak edilen, farklı tahmin ve beklentilerin olduğu bir konuydu. Tahminler, faizin 250 baz puan indirileceğinden hiç değiştirilmeyeceğine kadar farklı idi. Elbette bu tahminlerin bazısında yönlendirme amacı da taşındığı aşikardır. Nihayet beklenen gün geldi ve 16 Ocak’ta Merkez Bankası, 2020’nin ilk faiz kararını açıkladı ve faiz oranlarını 75 baz puan indirerek 11.25’e getirdi. Bu karar bize gösteriyor ki; geçen bunca tecrübe ile Merkez Bankası elindeki verileri en doğru şekilde kullanmaya başladı. Son üç faiz kararında da aslında aynı hassasiyeti gözlemek mümkün.
Önceki iki faiz kararı da bu anlamda çok daha kritikti. İlk karar öncesinde, önceki başkanın olağandışı bir şekilde görevden alınmasından sonra bir faiz indirimi yapılacağı kesindi ancak oran konusu yine spekülasyona açıktı ve yeni başkan açısından en önemli imtihan niteliğindeydi. 400 baz puanlık indirimle yeni başkan, ‘ben piyasayı takip eden değil yön veren konumda olacağım’ demiş oldu. Esasen enflasyon ile Merkez Bankası gösterge faiz oranı arasında ciddi bir fark açılmıştı ve artık ekonomi yüksek faiz oranından ciddi bir şekilde etkilenmeye başlamıştı. Merkez Bankası’nın o gün için cesur sayılan ancak daha sonra son derece net bir şekilde görülen bu yerinde kararını sonraki 200 baz puanlık indirimi yapan kararı takip etti. Her iki kararda da Merkez Bankası enflasyon ile faiz arasında yine de bir marj bırakmayı tercih etmişti. Bu da ekonomi literatürüne uygun hamleydi. Son faiz kararı ile de enflasyon ile faiz oranları arasında neredeyse herhangi bir marj bırakmayacak noktaya kadar gelmiş oldu. Aslında bu karar da bize göre Merkez Bankası’nın piyasaları takip eden değil beklentileri de içerecek şekilde yönlendirmeyi tercih eden bir pozisyon takip ettiğinin göstergesi olması bakımından anlamlı. Bazı agresif oran bekleyenlerin beklediği kadar agresif de olmayan ancak ben buradayım ve yakın izlemedeyim diyen bir karar oldu. Zaten kararın ilk etkisi de piyasada olumlu ve Merkez Bankası’na güveni yükseltici bir sonuç doğurdu.
Her üç karar da Merkez bankasına olan güveni artırıcı sonuç doğurdu. Bundan sonra, piyasaları dikkatlice yönlendirmek, hem de dikkatlice gözlemlemek ve Merkez Bankası’na güveninin devamı daha kolay olacak. Şayet her şey yolunda giderse, yılın ilk yarısında Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine devam edebileceğini ve gösterge faizi tek haneli rakamlar olarak da görebileceğimizi söylemek kehanet olmayacak. Burada temel belirleyici enflasyondaki gelişmeler olacak.
Enflasyon ve faizin hangisinin sebep hangisinin sonuç olduğu konusu hep tartışılır. Bize göre her ikisi de hem sebep hem de sonuç durumunda olabilir. Burada Merkez Bankası ve ekonomi yönetimimin kararlılığı ve onlara olan güven son derece önemli. Elbette genel konjonktürü doğru okuyup ona göre proaktif ve isabetli adımlar atabilmek de bu güvenin ana unsurudur.
Şu anda dünyadaki trend negatif faiz veya düşük faiz ile ekonomileri canlandırma yönünde. Gelişmiş ülkeler yeniden büyüme sağlayabilmek için bir hayli çaba sarf ediyorlar. Bunun bariz bir örneği geçen yıl faiz artırımı yapacağını söyleyen Fed’in bırakın artırımı faiz indirimleri yaptığı bir yılı geride bıraktık. Gelişmiş ülke merkez bankalarının çoğu piyasayı canlandırmak için ya indirim veya faizi sabit tutma yoluna gitmek zorunda kaldı. Bütün bu etkenlerin toplu sonucu Türkiye’de de enflasyonun hızla düşmesi ve faiz indirimleri ile piyasada geçen yıl yüzde 29-30’lara varan kredi faizlerinin yüzde 11 civarlarına gelmesini sağlayan bir ortamın oluşmasına neden oldu.
Merkez Bankası cesur fakat dengeli kararları nedeniyle takdiri hak ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Zira, gaza getirmek isteyenlerin dediği gibi iki puan veya üzerinde bir faiz indirimi yapmayarak, piyasa gidişatını okuyamayan bir mesaj vermediği gibi faiz indirimlerinden vaz geçtiği gibi bir yanlış bir algı da oluşturmamak adına faiz enflasyon arasındaki marjı neredeyse tamamen kullanarak 75 baz puanlık bir in indirime gitti.
Umarız çevresel şartlarda, özellikle siyasi gerginliklerin çözülmeye devam etmesi ile beraber Türkiye’de yatırım ortamı yeniden canlanacağı ve 2020 büyümenin ivme kazandığı bir yıl olur. Tekrar belirtmek isteriz ki, hepimiz aynı gemideyiz. Ülkede faiz oranlarının iyileşmesi yatırım ortamının elverişli hale gelmesini sağlayacak, ekonomik istikrar ile de istihdamın gelişmesi ve ülkenin milli gelir seviyesine yükselmeye devam etmesi ihracat ve turizmin de daha olumlu etkilenmesi sayesinde bu iyi gidiş kalıcı hale gelecek. Yeter ki, başta hukuk alanı olmak üzere her alanda güven unsurunu geliştirici adımlarla ilerleyelim.
17 Ocak 2020 Cuma